He held on firmly to the branch.
- O, dalı sıkıca tuttu.
They parted with a firm handshake.
- Sıkı bir tokalaşmayla ayrıldılar.
They accused the teacher of being too strict with the children.
- Onlar öğretmeni çocuklara çok sıkı olmakla suçladı.
She advised him to go on a strict diet.
- O ona sıkı bir diyet yapmasını tavsiye etti.
I hugged her tightly.
- Ben ona sıkıca sarıldım.
She gripped my arm tightly.
- O, kolumu sıkıca kavradı.
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
He remained there for four years. Great joy and distress awaited him.
- O orada dört yıl kaldı. Onu büyük sevinç ve sıkıntı bekliyordu.
The sentence seems fine to me.
- Cümlede bir sıkıntı göremedim.
They gave us very little trouble.
- Onlar bize çok az sıkıntı verdi.
Don't give me any more trouble.
- Bana daha fazla sıkıntı verme.
If you have any difficulty, ask me for help.
- Eğer herhangi bir sıkıntın olursa, benden yardım iste.
When I was in England, I had great difficulty trouble in speaking English.
- Ben İngiltere'deyken İngilizce konuşmakta büyük sıkıntı yaşadım.
I strongly suggest that you study harder.
- Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
His handshake is very strong.
- Onun el sıkışması çok güçlüdür.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
You're probably bored stiff.
- Muhtemelen çok sıkılmışsın.
The government's financial situation is tense.
- Hükümetin mali durumu sıkıntılı.
Study as hard as you can.
- Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
If only I had studied harder for the exam.
- Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.
She held on to my hand tightly.
- O, elimden sıkıca tuttu.
I always tie my shoes tightly before I go jogging.
- Ben koşuya gitmeden önce ayakkabılarımı her zaman sıkı bağlarım.
They parted with a firm handshake.
- Sıkı bir tokalaşmayla ayrıldılar.
Tom has a good firm handshake.
- Tom'un sağlam bir el sıkışması var.
Tom hugged Mary even tighter.
- Tom Mary'ye daha da sıkı sarıldı.
We'll have troubles for sure.
- Kesinlikle sıkıntılarımız olacak.
If you leave now, I'm sure you'll be caught in a traffic jam.
- Eğer şimdi gidersen, bir trafik sıkışıklığına yakalanacağına eminim.
Tom closed his eyes tightly.
- Tom gözlerini sıkıca kapattı.
The closet door is stuck.
- Dolap kapısı sıkıştı.
She was in dire straits, but made a virtue out of necessity.
- O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.
If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits.
- O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.
Tom has an ironclad alibi for the night of Mary's murder.
- Tom'un Mary'nin cinayet gecesi için sıkı bir mazereti var.
Check all the loose knots and fasten them tight.
- Tüm gevşek düğümleri kontrol edin ve onları sıkı bağlayın.
Hold fast to this tree.
- Bu ağaca sıkı dayanın.
We nearly had an accident when the car brakes jammed.
- Araba frenleri sıkıştığında neredeyse bir kaza yapıyorduk.
He got bored after fifteen minutes.
- On beş dakika sonra sıkıldı.
Tom got bored after three minutes.
- Tom üç dakika sonra sıkıldı.