söylenmez

listen to the pronunciation of söylenmez
Турецкий язык - Английский Язык
unutterable
Not utterable; incapable of being spoken or voiced; inexpressible; ineffable; unspeakable; as, unutterable anguish
{a} inexpressible, not to be declared
inexpressible
too sacred to be uttered; "the ineffable name of the Deity"
defying expression or description; "indefinable yearnings"; "indescribable beauty"; "ineffable ecstasy"; "inexpressible anguish"; "unspeakable happiness"; "unutterable contempt"; "a thing of untellable splendor"
very difficult to pronounce correctly; "an unpronounceable foreign word"; "unutterable consonant clusters"
{s} cannot be uttered or expressed, inexpressible, unspeakable
emphasis You can use unutterable to emphasize that something, especially a bad quality, is great in degree or intensity. unutterable rubbish. + unutterably un·ut·ter·ably I suddenly felt unutterably depressed. an unutterable feeling is too extreme to be expressed in words
söyle
{f} said

I remember what he said. - Onun ne söylediğini hatırlıyorum.

You didn't do a very good job, I said. - Çok iyi bir iş yapmadığını söyledim.

söyle
spit it out !
söyle
told

Don't forget what I told you. - Sana söylediklerimi unutma.

She told me that she had bought a CD. - Bana bir CD aldığını söyledi.

söyle
told to
söyle
say

Some doctors say something to please their patients. - Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.

Please say it in English. - Lütfen onu İngilizce olarak söyle.

söyle
confide

He hasn't said anything publicly, but in confidence he told me he's getting married. - O bana alenen bir şey söylemedi ama sır olarak o bana evleneceğini söyledi.

I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it? - Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?

söyle
tell

Could you please tell me why you love her? - Onu neden sevdiğini lütfen bana söyler misin?

Tell me which of the two cameras is the better one. - İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.

söyle
{f} saying

He sent me a letter saying that he'd arrive at ten tomorrow morning. - O bana yarın sabah onda varacağını söyleyen bir mektup gönderdi.

He received a telegram saying that his mother had died. - O, annesinin öldüğünü söyleyen bir telgraf aldı.

söyle
dictate
söyle
mouth

Tom told his son not to speak with his mouth full. - Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi.

If you don't have anything nice to say, keep your mouth shut. - Söyleyecek güzel bir şeyin yoksa ağzını kapalı tut.

söyle
apprise
söyle
told#to
söyle
spit it out
söyle
toldto
söylenmez
Избранное