It goes without saying that money cannot buy happiness.
- Paranın mutluluğu satın alamayacağını söylemeye gerek yok.
It is possible to talk for a long time without saying anything.
- Hiçbir şey söylemeden uzun bir süre konuşmak mümkündür.
I forgot to mention it to them.
- Bunu onlara söylemeyi unuttum.
I forgot to mention it to you.
- Bunu sana söylemeyi unuttum.
What's wrong with telling Tom what happened?
- Tom'a ne olduğunu söylemenin nesi var?
I don't feel like telling her about it.
- Benim bu konuda ona canım bir şey söylemek istemiyor.
Ken kept on singing that song.
- Ken o şarkıyı söylemeye devam etti.
Do you like listening to music or singing songs?
- Müzik dinlemeyi mi yoksa şarkılar söylemeyi mi seversiniz?
Speaking the truth is not a crime.
- Doğruyu söylemek suç değildir.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
I want to sing to his piano accompaniment.
- Onun piiyanosu eşliğinde şarkı söylemek istiyorum.
Linda stood up to sing.
- Linda şarkı söylemek için ayağa kalktı.
She must be stupid to say such a thing.
- Böyle bir şey söylemek için aptal olmalı.
I felt quite relieved after I had said all I wanted to say.
- Söylemek istediğim her şeyi söyledikten sonra oldukça rahatlamış hissettim.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Bogdan said he would be there tomorrow.
- Bogdan, yarın orada olacağını söylemişti.
What he said is true.
- Onun söylediği doğru.
He confessed he had to lie.
- Yalan söylemek zorunda kaldığını itiraf etti.
My father told me not to read a book in my bed.
- Babam yatakta kitap okumamamı söyledi.
She told me that she had bought a CD.
- Bana bir CD aldığını söyledi.
Tom scolded Mary for not calling to say she'd be late.
- Tom Mary'yi geç kalacağını söylemek için aramadığından dolayı azarladı.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Frankly speaking, I don't agree with you.
- Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
I may not be able to speak French as well as Tom, but I can usually communicate what I want to say.
- Tom kadar iyi Fransızca konuşamayabilirim ama genellikle söylemek istediğim şeyi diyalog kurabilirim.
Suddenly, my mother started singing.
- Aniden, annem şarkı söylemeye başladı.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
Wise men talk because they have something to say; fools, because they have to say something.
- Akıllı insanlar söyleyecek bir şeyleri olduğu için ; aptallar, bir şey söylemek zorunda oldukları için konuşurlar.
Tom was about to say something, but Mary started talking first.
- Tom bir şey söylemek üzereydi fakat önce Mary konuşmaya başladı.
Tom likes to sing in the shower.
- Tom duşta şarkı söylemekten hoşlanır.
Singing in the shower is one of his favorite things to do.
- Duşta şarkı söylemek onun yapacağı en sevdiği şeylerden biridir.
He always wants to have the last word.
- Son sözü hep kendisi söylemek ister.
Tom is the kind of person who always has to have the last word.
- Tom her zaman son sözü söylemek zorunda kalan insan türüdür.
I'll have to mention it to her.
- Bunu ona söylemek zorunda kalacağım.
I'll have to mention it to them.
- Bunu onlara söylemek zorunda kalacağım.
Tom opened his mouth to say something, but Mary interrupted him.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mary sözünü kesti.
Tom opened his mouth to say something.
- Tom bir şey söylemek için ağzını açtı.
I've got nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
Say it in another way.
- Onu başka bir şekilde söyle.
I told you that in confidence, so why did you tell Jane about it?
- Onu sana sır olarak söyledim, öyleyse niçin Jane'e ondan bahsettin?
This is confidential, I can only tell him personally.
- Bu gizli, sadece ona kişisel olarak söyleyebilirim.
Can you please tell me what time the train leaves?
- Trenin ne zaman kalkacağını lütfen bana söyleyebilir misin?
Tell me which of the two cameras is the better one.
- İki kameradan hangisinin daha iyi olduğunu bana söyle.
It goes without saying that honesty is the key to success.
- Başarının anahtarı olan dürüstlük söylenilmediği taktirde sürer
He began by saying that he would not speak very long.
- O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.
Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened.
- Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi.
If you don't have anything nice to say, keep your mouth shut.
- Söyleyecek güzel bir şeyin yoksa ağzını kapalı tut.
Tom, I have to tell you something. I love someone. His name starts with TO and ends with M. Er, who would that be? Is it someone I know?
- Tom, sana bir şey söylemek zorundayım. Ben birini seviyorum. Onun adı TO ile başlıyor ve M ile sona eriyor. Kim olabilir ki bu? Tanıdığım biri mi?
He was unwilling to tell us his name.
- O, bize adını söylemek için isteksizdi.
I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
- Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
It is my sad duty to tell you that Tom has passed away.
- Tom'un vefat ettiğini sana söylemek benim üzücü görevimdir.
Singing is my passion.
- Şarkı söylemek benim tutkumdur.
Tom had no qualms about lying.
- Tom yalan söylemekten hiçbir vicdan azabı çekmiyordu.
Jack said he had never told a lie, but he was lying.
- Jack asla yalan söylemediğini söyledi fakat yalan söylüyordu.
We all felt embarrassed to sing a song in public.
- Hepimiz halkın önünde bir şarkı söylemeye utandık.
I like to sing songs.
- Şarkı söylemekten hoşlanıyorum.