He is a prestigious and influential member of the Democratic Party.
- O, Demokratik Parti'nin prestijli ve etkili bir üyesidir.
She studies philosophy at the country's most prestigious university.
- O ülkenin en prestijli üniversitesinde felsefe okuyor.
Cantonese is the prestige dialect of the Yue group.
- Kantonca, Yue grubunun prestij lehçesidir.
Tom's prestige is also being eroded.
- Tom'un prestiji de erozyona uğruyor.