We didn't talk very much.
- Biz pek çok konuşmadık.
Tom doesn't have a whole lot of time.
- Tom'un pek çok zamanı yoktu.
This doesn't make a whole lot of sense.
- Bu pek çok anlam ifade etmiyor.
That's probably plenty.
- O, muhtemelen pek çok.
As a new father, I gave my first child plenty of books.
- Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.
Don't make the same mistake twice. There are plenty of other options.
- Aynı hatayı iki kez yapma. Pek çok başka seçenek var.
We consulted plenty of people.
- Pek çok insana danıştık.
If you look from afar, most things will look nice.
- Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
Most snakes on this island are harmless.
- Bu adadaki pek çok yılan zararsızdır.
I have a great deal of work to do.
- Yapacak pek çok işim var.
Countless lives have been lost.
- Pek çok hayat kayboldu.
I've been to Boston countless times.
- Pek çok kez Boston'a gittim.
Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy.
- Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.
I care a great deal for you.
- Ben senin için pek çok dikkat ederim.
I have a great deal of work to do.
- Yapacak pek çok işim var.
There are a great many forest fires in America.
- Amerika'da pek çok orman yangını var.
A great many tourists visit Kyoto in spring.
- Baharda pek çok turist Kyoto'yu ziyaret eder.