The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun koltuktaki boya hâlâ ıslak.
The girl sitting at the piano is my daughter.
- Piyanoda oturan kız benim kızımdır.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
Tom asked Mary to sit down for a while.
- Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms.
- Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.
We live in the vicinity of the school.
- Okula yakın oturuyoruz.
I now live in a very small house.
- Şu anda çok küçük bir evde oturuyorum.
I do not need a residense permit because I am from Iceland.
- Oturma iznine ihtiyacım yok, çünkü ben İzlandalıyım.
More than half of the residents are opposed to the plan.
- Oturanların yarısından daha fazlası plana karşı çıkıyor.
Tom motioned them to be seated.
- Tom oturmaları için onlara işaret etti.
Please be seated, ladies and gentlemen.
- Lütfen oturun, hanımefendiler ve beyefendiler.
They sat under a tree.
- Bir ağacın altına oturdular.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.