I just made Tom partner.
- Sadece Tom'la ortak oldum.
They agreed to form a joint partnership.
- Bir ortaklık kurmayı kararlaştırdılar.
The two premiers had nothing in common.
- İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
The common language of many Asians is English.
- Birçok Asyalının ortak dili İngilizce'dir.
Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
Forget it. He is our mutual friend, after all.
- Unut gitsin. Sonuçta o bizim ortak arkadaşımız.
They made a joint decision to divorce.
- Boşanmak için ortak bir karar aldılar.
They worked jointly on this project.
- Bu proje üzerinde ortaklaşa çalıştılar.
Dan lied to his associates.
- Dan, ortaklarına yalan söyledi.
The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
- Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
What is a covalent bond?
- Ortak değerlikli bağ nedir?
The stockholders are making money hand over fist.
- Ortaklar kolay yoldan para kazanıyorlar.
The apartment is cheap, but it only has communal bathrooms.
- Apartman ucuz fakat sadece ortak banyoları var.
Though they're twins, they don't have many interests in common.
- Onlar, ikiz olmalarına rağmen, çok sayıda ortak ilgileri yok.
I give up. What do an Irish priest and Congolese witch doctor have in common?
- Ondan vazgeçtim. İrlandalı rahip ve Kongolu cadı doktorun ortak neyi var?
The consequence of individual crimes should be collective punishment.
- Bireysel suçların sonucunun ortak cezalandırma olması gerekir.
Having sold him the murder weapon makes you an accessory to uxoricide.
- Ona cinayet silahını satman onun karısın öldürmek için seni suç ortağı yapar.
He was arrested as an accessory to the robbery.
- Soygunun suç ortağı olarak tutuklandı.