Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ben gerçekten pek aşçı değilim.
- I'm really not much of a cook.
Söylenecek pek fazla şey yok.
- There is not much more to say.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
She spoke little and listened less.
... Not much talking involved. ...
... the beginning and the end of an experience not much the middle ...