Ben gerçekten pek aşçı değilim.
- I'm really not much of a cook.
Söylenecek pek fazla şey yok.
- There is not much more to say.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Sana ufak bir hediyem var.
- I have a little present for you.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Bu genç adam ülkesi hakkında çok az şey biliyor.
- This young man knows little about his country.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
O kadar az zamanım vardı ki öğle yemeğini aceleyle yemek zorunda kaldım.
- I had so little time that I had to eat lunch in a hurry.
Konuşmaya hazırlanmak için çok az zamanım vardı.
- I had little time to prepare the speech.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
She spoke little and listened less.
... the beginning and the end of an experience not much the middle ...
... Not much talking involved. ...