He slipped and nearly fell.
- O kaydı ve neredeyse düşecekti.
I was nearly run over by a car.
- Neredeyse araba beni ezecekti.
I was almost crying for Kylie Minogue.
- Kylie Minogue için neredeyse ağlıyordum.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
Tom swims practically every day.
- Tom neredeyse her gün yüzer.
Religion is very personal. Practically everyone has really his own religion. Collectivity in religion is an artifice.
- Din çok bireyseldir. Neredeyse herkesin gerçekten kendi dini vardır. Dindeki bütünlük bir kurnazlıktır.
He knows next to nothing about the issue.
- O konuda neredeyse hiçbir şey bilmiyor.
We had next to nothing in the kitchen.
- Mutfakta neredeyse hiçbir şeyimiz yoktu.
The party was all but over when I arrived.
- Ben vardığımda parti neredeyse bitmişti.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
Compared to our house, his is virtually a palace.
- Bizim evimizle karşılaştırıldığında, onunki neredeyse bir saray.
It's virtually impossible.
- Bu neredeyse imkansız.
My friends will be here at any moment.
- Arkadaşlarım neredeyse burada olacak.
Tom can eat just about anything but peanuts.
- Tom fıstığın haricinde neredeyse her şeyi yiyebiliyor.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
The police have been searching for the stolen goods for almost a month.
- Polis, neredeyse bir aydır çalınan eşyaları arıyor.
Almost everybody appreciates good food.
- Neredeyse herkes iyi yemeği takdir ediyor.
My work is as good as done.
- İşim neredeyse bitti.
The problem is as good as settled.
- Sorun neredeyse çözüldü.
He scarcely ever watches TV.
- O, neredeyse hiç tv izlemez.
I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
I'm just about finished with my homework.
- İşimi neredeyse bitirdim.
This room is just about big enough.
- Bu oda neredeyse yeterince büyük.
She bought the book for next to nothing.
- Kitabı neredeyse bedava aldı.
The twins look so much alike it's next to impossible to distinguish one from the other.
- İkizler o kadar benziyorlar ki birini diğerinden ayırt etmek neredeyse imkansız.
Tom was half beaten to death.
- Tom neredeyse ölümüne dövüldü.
I almost died a year and a half ago.
- Bir buçuk yıl önce neredeyse ölüyordum.
This room is pretty much the way Tom left it.
- Bu oda neredeyse Tom'un onu bıraktığı şekilde.
We pretty much gave up hope.
- Biz neredeyse umudumuzu kaybettik.
I was up almost all night.
- Neredeyse bütün gece ayaktaydım.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
Tom almost forgot about the meeting.
- Tom neredeyse toplantıyı unutuyordu.
Tom almost never complains about anything.
- Tom neredeyse herhangi bir şey hakkında şikâyet etmez.
I hardly even know you.
- Seni neredeyse hiç tanımıyorum.
Even today, his theory remains practically irrefutable.
- Bugün bile onun teorisi neredeyse inkar edilemez olarak kalmaya devam etmektedir.
By the time she gets there, it will be nearly dark.
- O oraya varmadan önce, neredeyse hava kararacak.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
Tom hardly ever watches TV.
- Tom neredeyse hiç TV izlemez.
Tom actually hardly ever studies.
- Tom aslında neredeyse hiç çalışmıyor.
They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
I can scarcely believe it.
- Ben ona neredeyse hiç inanamıyorum.
I have hardly any money left.
- Neredeyse hiç param kalmadı.
I have hardly any money with me.
- Yanımda neredeyse hiç param yok.