Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
- A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
En azından çift dilli olmak bugünün dünyasında bir zorunluluk.
- Being at least bilingual is a must in today's world.
Kabin küflü kokuyordu.
- The cabin smelled musty.
Bu oda küflü kokuyor.
- This room smells musty.
O, ve yalnızca o, gitmelidir.
- He, and he alone, must go.
Çocuklar televizyon izlemeden erkenden yatağa gitmelidir.
- Children must go to bed early without watching television.
Bu makinelerle çalıştığında bir çift deri eldiven bir zorunluluktur.
- A pair of leather gloves is a must when you work with these machines.
İngilizcede akıcılık bir zorunluluktur.
- Fluency in English is a must.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Tom'a yapılması gereken şeyi nasıl yapacağı gösterilmeli.
- Tom must be shown how to do what needs to be done.
Tom söylediğinden dolayı Mary'ye kızgın olmalı.
- Tom must be angry with Mary for what she did.
Tom Mary'ye kızgın olmalı.
- Tom must be furious with Mary.
Tom şartlara göre, ikinci en iyi politikayı seçmeli
- Tom must choose the second-best policy according to the circumstances.
You picked one of two, and it wasn't the first: it must have been the second.
This door handle must be rotated fully. — the requirement is a directive.
If you'll be out all day, sunscreen is a must.
I must have made a mistake somewhere.
- I must've made a mistake somewhere.
We have to go by the rules.
- We must observe the rules.