Çok fazla içmek seni hasta edecek.
- Too much drinking will make you sick.
Bugün, çok fazla ödevim var.
- I have too much homework today.
Ben görünce çok korktum.
- I was much frightened at the sight.
Çok fazla yersen şişmanlarsın.
- If you eat too much you will become fat.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
Tom ve Mary'nin pek çok ortak şeyleri yoktur.
- Tom and Mary don't have much in common.
Bugün ya da yarın gitmen pek fark yaratmayacak.
- It will not make much difference whether you go today or tomorrow.
İnsanlara Lise yıllarında en çok pişman olduğunuz şey nedir? diye sorduğumda, hemen hemen hepsi aynı şeyi söylerler: Zamanımızın çoğunu boşa harcadık.
- When I ask people what they regret most about high school, they nearly all say the same thing: that they wasted so much time.
Bilmen gereken her şey hemen hemen bu.
- That's pretty much everything you need to know.
Buradan Belediye binasına yürümek aşağı yukarı ne kadar zaman alır?
- How much time, more or less, does it take to walk from here to the town hall?
Bu sandalyeyi onartmak aşağı yukarı ne tutar?
- About how much would it cost to have this chair repaired?
Mac, benim arkadaşım. O, köpekleri çok sever.
- Mac is my friend. He likes dogs very much.
Büyük bir köprü değildi.
- It wasn't much of a bridge.
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
Kollarımızdaki pazularımızdan çok daha fazlasına sahibiz,Per.
- We've got a lot more than just biceps in our arms, Per.
Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.
- It isn't a surprise that English is the world's most spoken language.
Kendime en çok ihtiyacım olduğunda neredeydim?
- Where was I when I needed myself most?
Biz pek çok konuşmadık.
- We didn't talk very much.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
John Bill'den daha zeki.
- John is more intelligent than Bill.
İspanya, Latin Amerika'yı işgal etmeseydi, çok daha iyi olurdu.
- It would have been much better if the Spanish hadn't invaded Latin America.
Bizim kendi ağacımızdan gelen elmalar marketten gelen püskürtülmüş elmalardan çok daha iyi tat veriyor.
- The apples from our own tree taste much better than the sprayed apples from the supermarket.
Yazmak şöyle dursun, Fransızca'yı okuyamaz bile.
- He can't read French, much less write it.
Almanca şöyle dursun, İngilizce okuyamıyor.
- He can't read English, much less German.
Hayatının çoğunu yurt dışında yaşadı.
- He lived abroad for much of his life.
Onun çoğunu okuyamadı.
- He was unable to read much of it.
Tom'un çok fazla zamanı kalmadı.
- Tom doesn't have much time left.
Tom Boston'da fazla zaman harcamaz.
- Tom doesn't spend much time in Boston.
Hasta dünkü durumuyla hemen hemen aynı.
- The patient is much the same as yesterday.
I spend much more time at home in winter.
Onlar aynı ürünü çok daha ucuza yapabilir.
- They can make the same product much more cheaply.
Biri diğerinden çok daha canlı olduğundan, orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.
- The original and the copy are easily distinguished since the one is much more vivid than the other.
Çoğu çocuk okuldan nefret eder.
- Most children hate school.
Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.
- There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends.
Pek çok genç İtalyan kızı zamanlarını ne yaparak geçiriyor?
- What do most young Italian girls spend their time doing?
Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
- If you look from afar, most things will look nice.
Tom Fransızcayı çok fazla konuşmaz.
- Tom can't speak very much French.
Tom çok fazla değişmedi.
- Tom hasn't changed very much.
O, benim kazandığımın üç katı kadar çok kazanıyor.
- He earns three times as much as I do.
Erkek kardeşim benim yediğimin iki katı kadar yemek yiyor.
- My brother eats twice as much as I do.
Ona ne kadar inanıyorsun?
- How much do you believe him?
10 kağıt tabak ne kadar?
- How much do ten paper plates cost?
Tom kaç parası olduğunu görmek için cüzdanını kontrol etti.
- Tom checked his wallet to see how much money he had.
Kişi başına tur kaç para?
- How much is the tour per person?
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
O kadar fazla ödemeye param yetmez.
- I cannot afford to pay so much.
Biraz daha yavaşça konuşabilir misin?
- Could you please speak a little bit more slowly?
Biraz daha biber ekle.
- Add a little more pepper.
Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.
- I like coffee much more than tea.
Alçak gönüllülük çoğunlukla kibirden daha çok yükseltir.
- Humility often gains more than pride.
Onları ziyaret etmeden önce, kültürleri hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi sahibi olduk.
- We learned as much as possible about their culture before visiting them.
Mümkün olduğu kadar tünellerden kaçınmaya çalışacağım.
- I will try to avoid tunnels as much as possible.
Tom tanıdığım başka herhangi birinden daha çok kitap okur.
- Tom reads more books than anyone else I know.
Zaman başka herhangi bir şeyden daha değerlidir.
- Time is more precious than anything else.
Tüm istediğim biraz daha dikkatti.
- All I wanted was a little more attention.
Tüm diller eşittir, ama İngilizce diğerlerinden daha eşittir.
- All languages are equal, but English is more equal than the others.
Doktor kırık parmağından ziyade Tom'un ayak bileği hakkında daha endişeli olduğunu söyledi.
- The doctor said he was more concerned about Tom's ankle than his broken finger.
Yarasa, bir kuş olmaktan ziyâde, bir sıçandır.
- A bat is no more a bird than a rat is.
300,000'den daha fazla kişi Kanada Günü törenine katılmak için yağmur ve soğuğa göğüs gerdiler.
- More than 30,000 people braved the rain and cold to attend the Canada Day parade.
Biri diğerinden çok daha canlı olduğundan, orijinal ve kopya kolayca ayırt edilirler.
- The original and the copy are easily distinguished since the one is much more vivid than the other.
Maymunlar niçin diğer hayvanlardan daha çok evrim geçirdi?
- Why have the apes evolved more than other animals?
Tom daha yardımsever olamazdı.
- Tom couldn't have been more helpful.
Bu kursta, daha çok bir yerli gibi konuşmanıza yardım ederek zaman geçireceğiz.
- In this course, we'll spend time helping you sound more like a native speaker.
Büyükannem bana istediğimden daha fazlasını verdi.
- My grandmother gave me more than I wanted.
Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.
- You must be more careful to avoid making a gross mistake.
Burada devam eden göründüğünden daha fazlası var.
- There's more going on here than meets the eye.
Volvo yeni bir projeye başlıyor. Devamını oku.
- Volvo is starting a new project Read more.
Birçoğu okuyamıyordu ya da yazamıyordu.
- Most were unable to read or write.
Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.
- Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world.
Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.
- There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends.
Bugün pek çok okul kapalı.
- Most schools are closed today.
Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
- Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
Mary aşırı makyaj yapıyor.
- Mary wears too much makeup.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.
- She is very beautiful, and what is more, very wise.
Çoğu takımyıldızı adlarını verdikleri yaratıklara ve karakterlere benzemez.
- Most constellations don't really resemble the creatures or characters they are named after.
O, son derece nazik bir komşudur.
- She is a most gracious neighbor.
O hemen hemen mükemmeldi.
- That was pretty much perfect.
O iş hemen hemen bitti.
- That job is pretty much finished.
Onlar oldukça fazla yalnız.
- They're pretty much alone.
Tom oldukça fazla evde kalır.
- Tom pretty much stays at home.
Sizi çok güldürecek ne oldu?
- What happened to make you laugh so much?
Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.
- He hurt his arm lifting so much weight.
O kadar çok sigara içmemeni tercih ederim.
- I'd rather you didn't smoke so much.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Benim yerim genellikle bu kadar karmaşa değil.
- My place isn't usually this much of a mess.
Yüzmenin bu kadar çok eğlenceli olabileceğini bilmiyordum.
- I never knew swimming could be this much fun.
Bu görev benim için çok fazla.
- This task is too much for me.
Korkarım bu iş senin için çok fazla.
- I'm afraid this job is too much for you.
Horatio, Cennette ve Dünyada sizin felsefenizde hayal edilenden çok daha fazla şeyler vardır.
- There are more things in Heaven and Earth, Horatio, than are dreamt of in your philosophy.
Tom'un ekleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- Tom had nothing more to add.
Size söyleyebileceğim daha fazla bir şey yok.
- There's nothing more I can tell you.
İçecek daha fazla bir şey yok.
- There's nothing more to drink.
O az çok benim yaşımda.
- She's more or less my age.
Utanma. Telaffuzun az çok doğru.
- Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
O, en fazla sadece yirmi dolar ödeyebilir.
- He can only pay twenty dollars at most.
There wasn't much people about that day.
From those to whom much has been given much is expected.
I don't have much money.
Does he get drunk much?.
He is much fatter than I remember him.
This is such a terrible CD; I didn't listen to it, much less buy it.
I don't know which car to buy - they are all much of a muchness.
There's more caffeine in my coffee than in the coffee you get in most places.
There are more ways to do this than I can count.
When it comes to parties, the more, the merrier.
The most I can offer for the house is $150,000.
This is a most unusual specimen.
Most want the best for their children.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
Pretty much all of the train operating companies have announced huge fare increases.
There is only so much you can remember.
There has been so much snow, I can't open the door.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He giggled with that obnoxious hyena laugh he has. Spank you very much. I know you missed me, Cindy..
In all Penelope's devotion to her husband there is an ever present sense that the lady doth protest too much.
I don't think much of her new book.
For French today, we will learn the word douche - now, don't think too much!.
You ate too much cake at the party, and that's why you feel sick.
You talk too much.
You expect too much from your employees.
Too much, man! That was great!.
Household chemicals are about as personal as modern science gets. We are surrounded by hundreds of them every day — they're in our furnishings, our cosmetics, our vinyl floor tiles and plastic baby bottles. . . . Are they too much of a good thing?.
The majority of them are decent people.
- Most of them are decent people.
... so much, because he's so gung-ho for his job, and I just saw how happy it made him, and ...
... 32 is twice as much as 32 minus 16. It’s a feature of exponential growth, of steady ...