Bu sadece küçük bir başarısızlık.
- It's only a minor setback.
Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.
- I was given a minor share of my father's wealth.
Kadınlar bir azınlık değildir.
- Women are not a minority.
Keşke Tatoeba'da daha fazla azınlık dilleri olsa.
- I wish there were more minority languages in Tatoeba.
Dan ufak yaralarla kurtuldu.
- Dan survived with minor injuries.
Ufak detaylar hakkında endişelenme.
- Don't worry about the minor details.
Tom'un yaralaları önemsiz sayılır.
- Tom's injuries are considered minor.
Bu önemsiz bir detay.
- That's a minor detail.
Almanya'da 18 yaşından küçükseniz reşit olmayan bir kimsesinizdir.
- In Germany you're a minor if you're younger than 18 years old.
Tom'un çalıştığı bar reşit olmayan kimselere alkollü içki sattığı için ruhsatını kaybetti.
- The bar where Tom works lost its license because they had been selling alcoholic drinks to minors.
Tom'un çalıştığı bar reşit olmayan kimselere alkollü içki sattığı için ruhsatını kaybetti.
- The bar where Tom works lost its license because they had been selling alcoholic drinks to minors.
Yan dal eğitimimi eczacılık fakültesinde tamamladım.
There is now such an immense microliterature on hepatics that, beyond a certain point I have given up trying to integrate (and evaluate) every minor paper published—especially narrowly floristic papers.