Beethoven'ın şimdiye kadar yaşamış olanlar kadar büyük bir besteci olduğunu düşünüyorum.
- I think Beethoven is as great a composer as ever lived.
O şu ana kadar yaşamış büyük bir müzisyendir.
- He is as great a musician as ever lived.
Tokyo banliyölerinde yaşayan ebeveynlerim ve küçük erkek kardeşim büyük bir depremde öldüler.
- My parents and little brother, who lived in the suburbs of Tokyo, died in the big earthquake.
Tom bana Park caddesinde yaşayan hiç kimseyi tanımadığını söyledi.
- Tom told me he didn't know anyone who lived on Park Street.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- She asked him where he lived.
Bazı tilkilerin bu dağda yaşadığını biliyor muydun?
- Did you know that some foxes lived on this mountain?
Yaşamak için yemelisin.Yemek için yaşamamalısın.
- You must eat to live. You must not live to eat.
Hepimiz mümkün olduğu kadar uzun yaşamak istiyoruz.
- All of us want to live as long as possible.
Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Çılgınlık yapmadan yaşayan insan düşündüğü kadar akıllı değildir.
- Who lives without folly is not so wise as he thinks.
Mirketler Afrika'da yaşar.
- Meerkats live in Africa.
Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
- Nobody lives in this house.
Kazada çok sayıda canlı kayboldu.
- Many lives were lost in the accident.
Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
- My grandfather is 90 years old and very lively.
Bugünkü parti gerçekten hareketliydi, değil mi?
- Today's party was really lively, wasn't it?
Dün gece hareketli bir partimiz vardı.
- We had a lively party last night.
Bizi izlemeye devam edin. Canlı yayınımız kısa süre içinde geri dönecek.
- Stay tuned. Our live stream will return shortly.
Futbol maçı öğleden sonra saat beş'te canlı yayınlanacak.
- The soccer game will be transmitted live at five p.m.
Dan radyoda canlı çaldı.
- Dan played live on the radio.
Burası Fadıl'ın oturmak istediği yerdir.
- This is where Fadil wanted to live.
Oturmak için bir yer arıyor.
- He is looking for a place to live.
Fadıl'ın özgürlüğü kısa ömürlüydü.
- Fadil's freedom was short-lived.
Güzellik, kısa ömürlü zorbalıktır.
- Beauty is a short-lived tyranny.
İllüzyonlar kısa ömürlüdür.
- Illusions are short lived.
Artık kıt kanaat geçinmek zorunda olmayacakları zamanı dört gözle bekliyorlardı.
- They looked forward to a time when they would no longer have to live from hand to mouth.
Geçinmek için yeterli para kazanmıyor.
- He doesn't earn enough money to live on.
Liverpool, Southampton'tan ne kadar uzaklıktadır?
- How far is Liverpool from Southampton?
Liverpool için ücret nedir?
- What's the fare to Liverpool?
Tom ve Mary yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmek istediler.
- Tom and Mary wanted to spend the rest of their lives together.
O, hayat dolu bir genç adam.
- He is a lively young man.
O hayat dolu bir kız.
- She is a lively girl.
He lives in LA, but he's staying here over the summer.
Use caution when working near live wires.
He'll be appearing live at the auditorium.
The post office will not ship live animals.
The concert was broadcast live by radio.
The station presented a live news program every evening.
I can't live in a world without you.
This night club has a live band on weekends.
Her memory lives in that song.
to live an idle or a useful life.
The air force practices dropping live bombs on the uninhabited island.
Tommy's blind was live, so he was given the option to raise.
But his joy was short-lived, for his fortunes soon changed.
... And if you lived at that time you probably hoped that you ...
... they lived there with bells on ...