Thomas ve Marie evlerini tümüyle restore ediyorlar.
- Thomas and Marie are entirely renovating their home.
Sadece fakir olduğu için ona tepeden bakma.
- Don't look down on him merely because he is poor.
O, onu sadece bir şaka olarak söyledi.
- He said it merely as a joke.
Onlar adeta farklılar.
- They are merely different.
O, tamamen cesaretsiz değil.
- He is not entirely without courage.
Cumartesi öğleden sonrayı tamamen çok fazla TV izleyerek geçirdim.
- I spent Saturday afternoon watching entirely too much TV.
Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
- Sami is still not entirely satisfied.
Sen bütünüyle hatalı değilsin.
- You're not entirely wrong.
He denies this accusation and speaks only of a kiss.
- Er bestreitet diesen Vorwurf und spricht lediglich von einem Kuss.
It took only ten minutes to walk there.
- Es hat lediglich 10 Minuten gedauert, zu Fuß dorthin zu gehen.