Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
- I am grudged even the least bit of happiness.
Onun kitapla ilgili en küçük bir fikri yoktu.
- He didn't have the least idea of the book.
O en küçük ortak paydaya itiraz etmeye çalışıyor.
- He's trying to appeal to the least common denominator.
Asker zerre kadar ölmekten korkmuyordu.
- The soldier was not in the least afraid to die.
Bir açıklama daha olma ihtimalini göz önünde bulundurmak için zerre kadar istekli olmadığına inanamıyorum.
- I can't believe that you aren't at least willing to consider the possibility that there's another explanation.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
Dişlerini günde en az iki kez fırçala.
- Brush your teeth twice a day at least.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching television.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Matematiği zerre kadar seviyorum.
- I like math least of all.
Sahip olduğum az miktarda parayı ona ödünç verdim.
- I lent him what little money I had.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Sahip olduğu azıcık parasını kaybetti.
- She lost what little money she had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Tom birazcık tart aldı.
- Tom got a little bit of pie.
Tom birazcık hız limitinin üzerinde sürerse vaktinde havaalanına yetişebileceğini düşündü.
- Tom thought he could reach the airport on time if he drove a little over the speed limit.
Tom benden biraz daha genç.
- Tom is just a little younger than I am.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Tom'un hiç olmazsa yardım önermesini umuyordum.
- I expected Tom to at least offer to help.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Bu cümleyi biraz daha kısalt.
- Make this sentence a little shorter.
Kısa bir süre için burada kalıyorum.
- I'm staying here for a little while.
Sen hiç mutlu değilsin.
- You are not in the least happy.
Uzun bir günün ardından yorgun olmalısın. Hayır, hiçbir şekilde.
- You must be tired after a long day. No, not in the least.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
Bir sonraki trenden önce az zamanımız var.
- We have a little time before the next train.
Onun az miktarda kazanma şansı vardır.
- There is little chance of his winning.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
0.44 km²'lik Vatikan, dünyanın en küçük ülkesidir.
- Vatican City with its 0.44 km² is the world's smallest state.
Avustralya dünyadaki en küçük kıtadır.
- The smallest continent is Australia.
Light does not need to know in advance which is the path of least time because it takes all paths from its source to its destination.
It was the least surprising thing.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Girl: To say the least!.
He's just a small-time thug, but if he had just a little more moxie, he could be a big-time boss.
- He's just a petty hooligan, but if he had just a little more initiative, he could be a major criminal leader.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
... the last 2,000 years at least, except for the Black Death in the 14th century, the population ...
... least a century old. ...