Определение kırılmak в Турецкий язык Английский Язык словарь
- be offended
- be hurt
- break
- be broken
- break off
- shatter
- offend
- chip
- to be hurt, be offended (by someone)
- go to pieces
- to die, perish. kırılıp bükülmek to speak and act in an overly refined way. kırılıp dökülmek
- snap
- to be falling to bits, be completely worn out
- to speak and act in an overly refined way
- crash
- rive
- be piqued at
- explode
- fracture
- sink
- crush
- to be aching all over; to feel terrible
- to be broken, to break, to fracture, to snap, to smash, to shatter; to be hurt, to resent; to be refracted; to die, to be killed
- die
- split
- hurt
- go
- killed
- resent
- smash
- yield
- smart
- (Nükleer Bilimler) refract
- flip
- rupture
- hatch
- kır
- prairie
Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
- kır
- {i} grizzle
- kırılma
- crash
- kır
- field
Cattle were grazing in the field.
- Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.
There were six sheep in the field.
- Kırsalda altı koyun vardı.
- kırılma
- {i} split
- kır
- countryside
Every summer I go to the countryside.
- Her yaz kırsala giderim.
The countryside has many trees.
- Kırsalda birçok ağaç vardır.
- kır
- Moor
- kır
- {s} grey
- kır
- {f} broke
By whom was this window broken?
- Bu pencere kim tarafından kırıldı?
He broke his leg skiing.
- Kayak yaparken bacağını kırdı.
- kır
- {i} fell
Tom fell and broke his arm.
- Tom düştü ve kolunu kırdı.
The horse broke its neck when it fell.
- Düşen at boynunu kırdı.
- açlıktan kırılmak
- Starve
- gönlü kırılmak
- (Someone's heart) be broken
- kır
- blot
- kır
- wild
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
- kır
- the country
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
We spent a quiet day in the country.
- Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.
- kır
- the wild
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
- kır
- slopes
- kırılma
- crushing
- kırılma
- (Gıda) breakdown
- kırılma
- fraction
- kırılma
- bending
- kırılma
- (Biyokimya) lysis
- kırılma
- (Biyokimya) cleavage
- kır
- hoar
- kır
- breake
- kır
- wilderness
- kır
- grizzled
- kır
- country
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Every summer I go to the countryside.
- Her yaz kırsala giderim.
- kır
- heath
- kır
- break up
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
- kır
- {f} shattering
- kır
- {f} broken
She is responsible for this broken window.
- Bu kırık pencereden o sorumludur.
He got a broken jaw and lost some teeth.
- Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.
- kır
- {f} break
The last straw breaks the camel's back.
- Devenin belini kıran son saman çöpü.
She breaks a dish every time she washes dishes.
- O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.
- kır
- {f} breaking
The boy admitted breaking the window.
- Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.
I had no difficulty breaking the lock.
- Kilidi kırmakta zorlanmadım.
- kır
- {f} shattered
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
- kır
- shatter
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
- kırılma
- break
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Plastic does not break easily.
- Plastik kolayca kırılmaz.
- kırılma
- rupture
- kırılma
- fracture
- kırılma
- refraction
- kırılma
- breakup
- kırılma
- breaking
Everyone has a breaking point.
- Herkesin bir kırılma noktası var.
Her anger reached a breaking point when she found out that he was being unfaithful to her.
- O onu aldattığını öğrendiğinde öfkesi bir kırılma noktasına ulaştı.
- kırılma
- clip
- kırılma
- refracting
- kırılma
- smash
- kırılma
- offense
- için için öfkelenmek; kırılmak
- to get angry for; break
- kalbi kırılmak
- heart break
- burnunun direği kırılmak
- to be disturbed by a bad smell
- burununun direği kırılmak
- to feel suffocated by a bad smell
- cesareti kırılmak
- lose heart
- gönülü kırılmak
- (for one's feelings) to be hurt
- gülmekten kırılmak
- burst into laughter
- gülmekten kırılmak
- to be in fits of laughter, to split one's sides, to be doubled up with laughter, to fall about laughing, to fall about with laughter
- gülmekten kırılmak/katılmak
- to be doubled up with laughter . Gülme komşuna, gelir başına. (Atasözü) Don't laugh at another's misfortune; it may happen to you one day. Güler misin, ağlar mısın! (Konuşma Dili) I don't know whether to laugh or to cry. gülüp oynamak/söylemek to have a good time. güle oynaya joyously, merrily. güler yüz affability, complaisance, pleasant disposition, warmth, cordiality. güler yüz göstermek to show warm feelings towards (someone), show (someone) cordiality. güler yüzlü affable, complaisant, pleasant, warm, cordial
- hava kırılmak
- for cold weather to break; for weather to begin to warm up
- kolu kanadı kırılmak
- to be left sitting high and dry (after losing one's source or sources of support), have the rug pulled out from under one
- kır
- countryside, the country, rural area
- kır
- grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
- kır
- grayish
- kır
- moorland
- kır
- (Tabiat Doğa) de: Heideland heath
- kır
- frosty
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
- kır
- grayness
- kır
- uncultivated and open country
- kır
- greyish
- kır
- grizzly
- kır
- gray
Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't.
- Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.
That gray-haired man is Tom's father.
- O kır saçlı adam Tom'un babası.
- kır
- bent
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
- kır
- diffract
- kır
- rive
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
- kır
- refract
- kır
- griseous
- kır
- ruffle
- kır
- weald
- kır
- knap
- kır
- champaign
- kır
- riven
- kırılma
- breakage
- kırılma
- breaking, break
- kırılma
- coquettish way of walking; coquettish gestures
- kırılma
- hurt, offense
- kırılma
- refractive
- kırılma
- breaking; refraction
- kırılma
- offence [Brit.]
- kırılma
- yield
- kırılma
- diffraction
- kırılma
- {i} offence
- kırılma
- failure
- kırılma
- pique
- maneviyatı bozulmak/kırılmak
- 1. to become depressed, feel low; to feel hurt and angry. 2. to lose heart, become demoralized
- şevki kırılmak
- to lose one's eagerness or enthusiasm
- şevki kırılmak
- to be dispirited