I'll decide what is irrelevant.
- Neyin ilgisiz olduğuna karar vereceğim.
What you think is irrelevant.
- Düşündüğün şey ilgisiz.
I told him of our plans, but he seemed uninterested.
- Ona planlarımızdan bahsettim ama o ilgisiz görünüyordu.
She seemed uninterested in our problems, so we stopped asking her for help.
- O bizim sorunlara ilgisiz görünüyordu, bu yüzden ondan yardım istemeyi durdurduk.
The actions she took were too careless, and she was left defenseless.
- Onun açtığı davalar çok ilgisiz ve o savunmasız bırakıldı.
Tom had a bored, disinterested look on his face.
- Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
A disinterested third party resolved the dispute.
- Bir ilgisiz üçüncü taraf anlaşmazlığı çözdü.
According to a survey, three in five people today are indifferent to foreign affairs.
- Bir ankete göre, insanların beşte üçü uluslararası konulara ilgisiz.
He is quite indifferent to money.
- O, para için oldukça ilgisiz.
Tom seemed unconcerned.
- Tom ilgisiz görünüyordu.
Tom said that he was unconcerned.
- Tom ilgisiz olduğunu söyledi.
Tom had a bored, disinterested look on his face.
- Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
A disinterested third party resolved the dispute.
- Bir ilgisiz üçüncü taraf anlaşmazlığı çözdü.
Tom seems unbothered.
- Tom ilgisiz görünüyor.
Tom seemed unbothered.
- Tom ilgisiz görünüyordu.
If you knew what I knew, you wouldn't be so complacent.
- Eğer benim bildiğimi bilseydin bu kadar ilgisiz olmazdın.
We'll never be complacent.
- Asla ilgisiz olmayacağız.
These two problems appear unrelated.
- Bu iki sorun ilgisiz görünüyor.
These two things are completely unrelated.
- Bu iki şey tamamen ilgisiz.
Tom always wants to be the center of attention.
- Tom her zaman ilgi odağı olmak ister.
Tom and Mary don't have much time to talk together. Their children are always demanding their attention.
- Tom ve Mary'nin birlikte konuşmak için çok zamanı yok. Onların çocukları, her zaman onların ilgisini istiyorlar.
Objection. This certainly has no relevance. All objections have been waived till the trial.
- İtiraz ediyorum. Bunun kesinlikle hiç bir ilgisi yok. Bütün itirazlar duruşmaya kadar ertelenmiştir.
Relevance is a key element in communication.
- İlgi, iletişimde anahtar bir unsurdur.
He has no interest in politics.
- Onun politikaya ilgisi yok.
I had an interesting conversation with my neighbor.
- Komşumla ilginç bir muhabbet ettim.
This does not concern you at all.
- Bu seni hiç ilgilendirmez.
To tell the truth, this matter does not concern it at all.
- Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
A good workman always takes care of his tools.
- İyi bir işçi her zaman aletleriyle ilgilenir.
You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great.
- Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.
I asked Tom what he thought of Mary.
- Tom'a Mary ile ilgili ne düşündüğünü sordum.
I thought you might be interested in this.
- Bununla ilgilenebileceğini düşündüm.
The content of his speech is not relevant to the subject.
- Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.
I thought his opinion was relevant.
- Onun fikrinin konu ile ilgili olduğunu düşünmüştüm.
What I have to say concerns everyone here.
- Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.
Politics is the art of preventing people from getting involved in what concerns them.
- Politika insanları onları ilgilendiren şeylere karışmalarını önleme sanatıdır.
Tom denied any involvement in the killing.
- Tom cinayetle herhangi bir ilgisi olduğunu yalanladı.
Tom isn't interested in a relationship.
- Tom bir ilişkiyle ilgilenmiyor.
I'm not interested in a serious relationship.
- Ciddi bir ilişki ile ilgilenmiyorum.
It seems interesting to me.
- O bana ilginç görünüyor.
He has no interest in politics.
- Onun politikaya ilgisi yok.
Tom isn't interested in a relationship.
- Tom bir ilişkiyle ilgilenmiyor.
I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely.
- Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.
I copied down several useful references on gardening.
- Bahçecilikle ilgili birkaç faydalı referansı kopyaladım.
I apologize that I'm not able to give a better reference to this work.
- Bu işle ilgili daha iyi bir referans veremeyeceğim için özür dilerim.
I have no connection the matter.
- Konuyla hiçbir ilgim yok.
Two men have been arrested in connection with Tom's murder.
- Tom'un öldürülmesiyle ilgili olarak iki adam tutuklandı.
With respect to these letters, I think the best thing is to burn them.
- Bu mektuplarla ilgili olarak, sanırım en iyi şey onları yakmaktır.
With respect to financial matters, Mr. Jones knows more than anyone else in the company.
- Mali konularla ilgili olarak, Bay Jones şirketteki başka birinden daha çok bilir.
Do you have anything to say with regard to this matter?
- Bu konu ile ilgili olarak söyleyeceğin bir şey var mı?
The family had grave doubts regarding the explanation it received from the army.
- Ailenin ordudan alınan açıklama ile ilgili ciddi şüpheleri vardı.
Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir.
- Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.
Bir web sitenin gördüğü alaka onun muhtevasına bağlıdır.
- Bir web sitenin gördüğü ilgi onun içeriğine bağlıdır.
Bir web sitenin gördüğü alaka onun muhtevasına bağlıdır.
- Bir web sitenin gördüğü ilgi onun içeriğine bağlıdır.
Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir.
- Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.