If you don't hurry you wont finish on time.
Eve gitmek için acelesi vardı.
- She was in a hurry to go home.
Acele et. Okula geç kalacaksın.
- Hurry up. You'll be late for school.
Acele etmek için herhangi bir büyük neden var gibi görünmüyor.
- It doesn't look like there's any big reason to hurry.
Acele etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to hurry.
Tom ve Mary okula gitmek için telaş içindeydiler.
- Tom and Mary were in a hurry to get to school.
Tom'un, eve dönmek için özel bir telaşı yoktu.
- Tom was in no particular hurry to get back home.
Mary çabucak hastaneye gitti.
- Mary hurried to the hospital.
İstasyona aceleyle gittik, ama treni kaçırdık.
- We hurried to the station only to miss the train.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Ben acele etmek için herhangi bir neden görmüyorum.
- I don't see any reason for hurrying.
Acele etmek hataların yapılmasına yol açar.
- Hurrying leads to mistakes being made.
Biz otobüse yetişmek için acele ettik.
- We hurried to catch the bus.
İlk treni yakalamak için acele ettim.
- I hurried in order to catch the first train.
Ben acele etmek için herhangi bir neden görmüyorum.
- I don't see any reason for hurrying.
Acele etmen için bir amacın yoksa acele etme.
- Don't hurry if there's no purpose to your hurrying.
Çabuk! Kaybedecek zaman yok!
- Hurry! There's no time to lose!
Çabuk ol, yoksa treni kaçıracağız.
- Hurry up, or we'll miss the train.
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın.
- Hurry up or you'll miss the train.
Acele et, yoksa son treni kaçıracaksın.
- Hurry up, or you will be late for the last train.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Tom aceleyle odayı terk etti.
- Tom left the room hurriedly.
O bunu telaşla yazdı.
- He wrote it hurriedly.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.