Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
The principal presented each of the graduates with diploma.
- Okul müdürü mezunların her birine diplomasını sundu.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me.
- Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Deliveries will continue as usual.
- Teslimatlar her zaman olduğu gibi devam edecek.
You look very pretty, as usual.
- Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.
She is paralyzed in both legs.
- O, her iki bacağından felçlidir.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea.
- Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşurum.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyway, I know you must be busy, so let me go.
- Her neyse, ben sizin meşgul olmak zorunda olduğunuzu biliyorum, bu yüzden gideyim.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
Women seem to like him for some reason.
- Her nedense kadınlar ondan hoşlanıyor gibi görünüyor.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Mary had every reason to be satisfied.
- Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
It may rain at any time.
- Her an yağmur yağabilir.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
We are expecting him any moment.
- Biz her an onu bekliyorduk.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
I worked on it day after day.
- Her gün onun üzerinde çalıştım.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Both of Tom's parents died when he was just a baby, so he doesn't remember either one of them.
- Tom'un ebeveynlerinin her ikisi de o sadece bir bebekken öldüler bu yüzden onlardan herhangi birini hatırlamıyor.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of them are in the room.
- Onların her ikisi de odadalar.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Both of his parents are well.
- Anne ve babasının her ikisi de iyi.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
She likes all kinds of sports.
- O her türlü spor sever.
We have all kinds of time.
- Her türlü zamanımız var.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
You can find the same thing anywhere.
- Her yerde aynı şeyi bulabilirsin.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
We travelled all over the country.
- Biz ülkenin her yerinde seyahat ettik.
A lot of people want peace all over the world.
- Dünyanın her yerinde çok sayıda insanlar barış istiyorlar.
You can call me at any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
He will forever live on in our memories.
- O her zaman anılarımızda yaşayacak.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
This works every time.
- Bu her zaman işe yarar.
... Or, we've got to get her a new throat, or whatever. ...
... So I want to make sure to give her a call right ...