Demir altından daha serttir.
- Iron is harder than gold.
Elmastan daha sert bir şey yoktur.
- There's nothing harder than a diamond.
Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
- The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
Demir altından daha serttir.
- Iron is harder than gold.
Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
- The book is available in both hard and soft-cover versions.
Parkta oynayamayacakları kadar rüzgar çok sert esti.
- The wind blew too hard for them to play in the park.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
O, iş yerinde her zaman katıdır.
- She is always hard at work.
Yabancı dil öğrenmek zordur.
- It's hard to learn a foreign language.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Onlar birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için çok uğraştılar.
- They tried very hard to gain an advantage over one another.
Tüm erkekler çalışkandır.
- All the men are hardworking.
Erkek kardeşim çok sıkı çalışıyormuş gibi davrandı.
- My brother pretended to be working very hard.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- Tom could hardly stand the pain.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
İngilizce çok zor, değil mi?
- English is pretty hard, isn't it?
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Zaman bulmanın zor olduğunu biliyorum, ancak önümüzdeki Pazartesi gününden önce benim için bunu düzeltebilir misin?
- I know it's hard to find the time, but could you proofread this for me before next Monday?
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Yoğun yağmur yağdığı için okula geç kaldık.
- We were late for school because it was raining hard.
Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
- But for your help I could not have got over the hardship.
Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
- You have to go through many hardships.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
- Study as hard as you can.
Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- If he studied hard, he could pass the exam.
O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
- He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
Birçok büyük insan gençliklerinde zorluklardan geçmişlerdir.
- Many great men went through hardship during their youth.
Bu gece şiddetli yağmur yağıyor.
- It's raining hard tonight.
Dün şiddetli yağmur yağdı.
- It rained hard yesterday.
Biz çok çalışmak için zorlandık.
- We were forced to work hard.
Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
- Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır.
- My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.
Onun köpeği ağır duyar.
- His dog is hard of hearing.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.
- Tom could hardly stand the pain.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
Bu onun için aşırı derecede zordur.
- This is extremely hard for him.
O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
- He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
Steel is harder than copper so we use steel tools to cut copper pipes.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... and my fear is that the longer I'm unemployed the harder it is ...
... They say do the latter even though it's harder, ...