Elmastan daha sert bir şey yoktur.
- There's nothing harder than a diamond.
Gökyüzü gittikçe karardı ve rüzgar gittikçe daha sert esti.
- The sky grew darker and darker, and the wind blew harder and harder.
Elmastan daha sert bir şey yoktur.
- There's nothing harder than a diamond.
Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
- The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
Parkta oynayamayacakları kadar rüzgar çok sert esti.
- The wind blew too hard for them to play in the park.
Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
- The book is available in both hard and soft-cover versions.
Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir.
- Tom is one of our hardest workers.
Tom her zaman iş başında çetin.
- Tom is always hard at work.
O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor.
- She likes her eggs hard-boiled.
Ben yumurtayı katı kaynattım.
- I hard-boiled an egg.
Bu benim için çok zordu.
- It's too hard for me.
Yabancı dil öğrenmek zordur.
- It's hard to learn a foreign language.
Onun sert penisine dokundum.
- I touched his hard penis.
Tom'a karşı sağlam delilimiz yok.
- We have no hard evidence against Tom.
Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
Erkek kardeşim benim kadar çok çalışır.
- My brother studies as hard as I do.
Erkek kardeşim çok sıkı çalışıyormuş gibi davrandı.
- My brother pretended to be working very hard.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
- Tom could hardly wait to see Mary.
Kader bana acımasız bir ders verdi.
- Fate taught me a hard lesson.
O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.
Bisikletin pedallarına sıkıca asılıyordu.
- He was pumping the pedals of the bicycle hard.
Yazılım donanımın hızlanmasından daha hızlı yavaşlıyor.
- Software is getting slower more rapidly than hardware becomes faster.
Öğrenci sıkı çalıştığından beri hızla ilerliyor.
- Since the student has worked very hard, he is making rapid progress.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
O çok çalışan bir öğrencidir.
- She is a student who studies very hard.
Elit askerler en özel kuvvetlerden daha fazla eğitilir.
- Elite soldiers are trained even harder than most special forces.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Tom çok çalıştı, ancak başarısız oldu.
- Tom tried hard, but failed.
Zaman bulmanın zor olduğunu biliyorum, ancak önümüzdeki Pazartesi gününden önce benim için bunu düzeltebilir misin?
- I know it's hard to find the time, but could you proofread this for me before next Monday?
Hırdavatçı dükkanı parkın yanındadır.
- The hardware store is near the park.
John, çok yoğun bir şekilde çalışıyorsun. Otur ve bir süre kendini yorma.
- John, you're working too hard. Sit down and take it easy for a while.
Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
- The fog was so dense, we could hardly see anything.
Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
- You have to go through many hardships.
Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
- But for your help I could not have got over the hardship.
Yabancı pirinç sert ve tatsızdır ve de Japon damak tadına hitap etmez.
- Foreign rice is hard and tasteless, and doesn't appeal to the Japanese palate.
Sıkı çalışsa, sınavı geçebilir.
- If he studied hard, he could pass the exam.
Yapabildiğiniz kadar sıkı çalışın.
- Study as hard as you can.
O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.
- He put up with the greatest hardship that no one could imagine.
O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor.
- He works hard to support his large family.
Dün şiddetli yağmur yağdı.
- It rained hard yesterday.
Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu.
- It was raining good and hard.
Hayat bu günlerde zorlaşıyor.
- Life is getting hard these days.
Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
- I could hardly make out what she said.
Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.
- Tom has hardly any close friends.
Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.
- Hardly anyone has seen this animal up close.
Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam.
- I don't like girls who play hard to get.
Onun köpeği ağır duyar.
- His dog is hard of hearing.
Tom güçlükle yürüyebiliyordu.
- Tom could hardly walk.
Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
- Some stars are hardly visible to the naked eye.
O, deneyim eksikliğini telafi etmek için çok çalıştı.
- He worked hard to make up for his lack of experience.
Bu onun için aşırı derecede zordur.
- This is extremely hard for him.
Onu gördüğümde çok aşırı güldüm.
- I laughed very hard when I saw that.
Steel is harder than copper so we use steel tools to cut copper pipes.
His degree was hard earned.
The lake had finally frozen hard.
At the intersection, there are two roads going to the left. Take the hard left.
Think hard on your choices.
a hard life.
... hit even harder by the internet than printers. ...
... and my fear is that the longer I'm unemployed the harder it is ...