halinde

listen to the pronunciation of halinde
Турецкий язык - Английский Язык
in case of

Push this button in case of fire! - Yangın olması halinde bu butona bas!

The red lamp lights up in case of danger. - Kırmızı lamba tehlike halinde yanar.

under

I wish the tower hadn't been under construction when we visited it. - Keşke biz onu ziyaret ettiğimizde kule inşaat halinde olmasaydı.

The new station building is under construction and will be completed soon. - Yeni istasyon binası inşaat halinde ve yakında tamamlanacak.

at
in a condition of
(Konuşma Dili) in the case of
in the act of
on
accusative
event
hal
{i} situation

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

She breathed in deeply and started to tell about her situation. - O, derin bir nefes alıp hâlini anlatmaya başladı.

hal
{i} status
halat halinde boyama
(Teknik,Tekstil) rope dyeing
hareket halinde
astir
hareket halinde
on the go
hareket halinde
in motion

Our planet, Earth, is always in motion. - Gezegenimiz, Dünya, her zaman hareket halindedir.

Don't get off while the vehicle is in motion. - Araç hareket halindeyken inme.

hareket halinde
on the wing
hareket halinde
on the move

This tank can shoot on the move. - Bu tank hareket halinde atış yapabilir.

Tom is always on the move. - Tom her zaman hareket halinde.

hareket halinde olma
activity
hal
condition

Tom's condition is still critical. - Tom'un durum hâlâ kritik.

Tom is still in critical condition. - Tom hâlâ kritik durumda.

hal
{i} stand

I'm surprised that building is still standing. - Binanın hâlâ ayakta durduğuna şaşırdım.

He is still standing. - Halen ayakta duruyor.

hal
{i} state

Even though the United States is a developed country, it still has some very poor people. - Gelişmiş bir ülke olsa bile Abd'de hala bazı çok yoksul insanlar var.

The American Government declared a state of emergency. - Amerikan hükümeti olağanüstü hal ilan etti.

hal
{i} repair
hal
plight
hal
aspect
irtibat halinde olmak
keep in touch
seyir halinde
(Askeri) underway
özet halinde
compendious
hal
{i} lay

Fadil realized that Layla was still alive. - Fadıl, Leyla'nın hala hayatta olduğunu fark etti.

Layla became irresistible. - Leyla karşı konulmaz hale geldi.

kendi halinde
simple
kendi halinde
composed
acil lüzum halinde
in case of emergency
bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bütün halinde
bodily
cetvel halinde düzenlenmiş
tabular
dalgalar halinde yükselen şey
billow
devinim halinde
in motion
ekip halinde çalışma ruhu
team spirit
eylem halinde
in action
gereklilik halinde
in case of necessity
hal
demeanor
hal
melting
hal
port

The storm will make it impossible for the ship to leave port. - Fırtına geminin limandan ayrılmasını imkansız hale getirdi.

This portion of the library is off-limits to the public. - Kütüphanenin bu bölümü halka açık değil.

hal
disposition
hal
dethronement
hal
instance
hal
strength
hal
order

I'm still waiting for my order. - Hâlâ siparişimi bekliyorum.

We need to work together in order to make the world a better place. - Dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için birlikte çalışmamız gerek.

hal
temper

The water temperature's still low so you're not going to swim, are you? - Su sıcaklığı hala düşük, bu nedenle yüzmeye gitmeyeceksiniz, tamam mı?

Tom has a bad temper. - Tom'un kötü bir ruh hali var.

hal
line of conduct
hal
pose
hal
behaviour
ismin -e halinde olan
datival
ismin -e halinde olan
(Dilbilim) dative
isyan halinde olmak
(deyim) be up in arms
kadro halinde teşkil etmek
(Askeri) constitute
kollektif birlik halinde
corporate
koro halinde
in unison
liste halinde
tabular
maddeler halinde sıralamak
specify
sefer halinde
under way
seyir halinde
under sail
sürü halinde hareket etmek
flock
tablo halinde
tabular
taslak halinde çizmek
sketch
topluluk halinde
gregarious
transit halinde
(Ticaret) in transit

I listen to the radio while in transit. - Transit halindeyken radyo dinlerim.

yaprak halinde
laminate
zorunluluk halinde
in case of emergency
özet halinde olan
summary
hal
posture
hal
position

My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university. - Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.

hal
case

In case it rains, I won't go. - Yağmur yağması halinde, gitmem.

In case of fire, call 119. - Yangın haline, 119'u ara.

hal
comportment
hal
occasion
tabaka halinde
stratified
sakin, kendi hâlinde yaşayan
residents, who live in their own state of
takım halinde
as a team
alay halinde yapılan
processional
artış halinde
on the increase
arıza halinde kullanılan yol
clearway
bedir halinde
at the full
beraberlik halinde oynanan el
rubber
bir bütün halinde toplamak
embody
buhar halinde
vaporish
bölümler halinde
fasciculate
bölümler halinde
fascicular
cam halinde
vitrescent
cürmü meşhut halinde
in flagrante delicto
cürmü meşhut halinde yakalamak
to catch sb red-handed, to catch sb in the act, to catch sb in flagrante delicto
cürmü meşhut halinde yakalanmak
to be caught red-handed
cürümü meşhut halinde law
(caught) in the act, in flagrante delicto
dalgalar halinde yükselmek
billow
demet halinde
bunchily
demet halinde
bunchy
demet halinde
corymbosely
den halinde isim fiil
supine
deneme halinde
on probation
değişim halinde
in flux

Everything is in flux. - Her şey değişim halinde.

dizi halinde çıkmak
appear in numbers
dizi hâlinde yayınlanan karikatür
cartoon
doygunluk halinde
saturation state
doğal halinde
in the raw
ekip halinde çalışma ruhu
esprit de corps
ereksiyon halinde
erect
eğri halinde
curvilinear
fasikül halinde
fascicular
fasikül halinde
fasciculate
forma halinde
in quire
gaz halinde
gasiform
gaz halinde
aeriform
genel kurul halinde toplanma
(Politika, Siyaset) sit in a plenary session
grup halinde
in batches
grup halinde
in groups
gruplar halinde
in groups
hal
fettle
hal
sight

Yesterday, my aunt regained her sight. - Dün, halam görüşünü yeniden kazandı.

Our peoples have more in common than can be seen at first sight. - Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.

hal
(covered) marketplace
hal
estate
hal
covered wholesale food market
hal
set

The situation could only be settled by war. - Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.

The sun having set, they were still dancing. - Güneş batarken, onlar hâlâ dans ediyorlardı.

hal
circs
hal
event

It's worth trying at all events. - Her halükarda denemeye değer.

The event is still fresh in our memory. - Olay anımızda hâlâ taze.

hal
demeanour [Brit.]
hal
face

Half a million children still face malnutrition in Niger. - Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.

The victim's body was lying face down on the rug. - Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.

hal
footing
hal
form

Is this a different word or just another form of the same word? - Bu farklı bir kelime mi yoksa aynı kelimenin başka bir hâli mi?

After her sickness, she's only a shadow of her former self. - O, hastalığından sonra, eski halinin sadece bir gölgesidir.

hal
conversion
hal
mood

She is in a bad mood. - O kötü bir ruh hali içinde.

He was in a bad mood, which was rare for him. - O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.

hal
figure

I've got to figure this out. - Bunu halletmek zorundayım.

I haven't figured that out yet. - Onu henüz halletmedim.

hal
{i} demeanour
hal
feature
hal
solution

We still haven't found the solution. - Hâlâ çözümü bulmadık.

hal
size

Tom can still wear the same size jeans he did when he was twenty years old. - Tom yirmi yaşındayken giydiği aynı beden pantolonu hâlâ giyebiliyor.

The size of the carpet is 120 by 160 centimeters. - Halının büyüklüğü 120'ye 160 santimetredir.

i halinde isim fiil
supine
iflas halinde alacaklılara ödenen pay
dividend
ihtiyaç halinde
at a push
ilerleme halinde
in progress
ince dilimler halinde
flaky
inşa halinde
under construction
inşa halinde
in process of construction
ismin e halinde
datively
ismin e halinde olan
dative
ismin e halinde olan
datival
katmanlar halinde
in layers
kaza halinde mesuliyet
(Kanun) responsibility for accident
kendi halinde
placid
kendi halinde
harmless, quiet
kendi halinde
unobtrusive
kendi halinde
simple-hearted
kendi halinde
inoffensive
kendi halinde
1. quiet and innoffensive, innocuous (person). 2. simple-minded
kendi halinde
simple minded
kendi halinde insanlar
simple folks
keyif halinde
tipsy, slightly drunk
kitle halinde ayaklanma
(Askeri) levée en masse
koma halinde
comatose, in a coma
kor halinde
in a glow
koro halinde
(speaking) in unison
koro halinde söylemek
chorus
koro halinde söylenilen bölüm
chorus
koşuşturma halinde
on the trot
kök halinde olan
radical
külçe halinde
chunky
külçe halinde olan
uncoined
kütük halinde
in the log
kıvrımlar halinde duran kumaş
drapery
lüzumunda/u halinde
if the necessity arises, if necessary, when necessary
mastar halinde
infinitively
met halinde olmak
flow
müsvedde halinde
roughcast
nakil halinde (bulunan bir malın, seyir halindeki taşıyıcı aracın belirli bir mu
(Askeri) in-transit visibility
olması halinde
in case of

In case of whatever difficulty, you may ask. - Zorluk olması halinde, sorabilirsin.

Push this button in case of fire! - Yangın olması halinde bu butona bas!

organik gliserit halinde bulunan
stearic
paket halinde atık
package waste
parti halinde
in batch
parça halinde
fractionary
parçacıklar halinde
in dribs and drabs
parçalar halinde
in pieces

Fadil's body was in pieces. - Fadıl'ın cesedi parçalar halindeydi.

The tree was sawn in pieces. - Ağaç parçalar halinde kesilmişti.

pelte halinde
gelatinous
rekabet halinde olmayan
noncompeting
saldırı halinde
on the offensive
salkım halinde yetişen
gregarious
saplantı halinde
one-track
savaş halinde
embattled
savaş halinde olmak
be at war with
seri halinde
serial
seri halinde
(Bilgisayar) nonparallel
seri halinde düzenlemek
seriate
seyir halinde olmak
(Askeri) to be under way
sürü halinde gitmek
run
sürü halinde yaşama
gregariousness
sıra halinde
in series
sıra halinde gitmek
string
sıra halinde olmak
range
takım halinde yapmak
team
tasfiye halinde bulunma
receivership
taslak halinde
schematical
taslak halinde
in draft
taslak halinde
in the rough
taslak halinde olan
rough
taslak halinde olma
sketchiness
tefrika halinde
(a literary work's coming out) in installments
tek parça halinde
in a single piece
tek parça halinde
massively
tek sıra halinde
in single file

Line up in single file. - Tek sıra halinde sıralan.

The children went upstairs in single file. - Çocuklar tek sıra halinde üst kata çıktı.

tek sıra halinde
in indian file
tek sıra halinde yürümek
defile
tek vücut halinde
bodily
tohum halinde olarak
germinally
toplantı halinde olmak
be in session
toz halinde
pulverulent
toz halinde
powdery
transit halinde olan mallar
(Ticaret) floating goods
uyku halinde
dormant
uyku halinde
lethargical
uyku halinde
lethargic
uyum halinde
in tune
vuku halinde
in case
vukuu halinde
in case of; in case (something happens)
yaprak halinde
leafy
Английский Язык - Английский Язык

Определение halinde в Английский Язык Английский Язык словарь

HAL
hardware abstraction layer
HAL
a homicidal computer, an artificial intelligence that acts similarly to the HAL 9000 featured in 2001: A Space Odyssey
Hal
A diminutive of the male given names Henry, Harold and Harry

I prithee, good Prince Hal, help me to my horse, good king's son.

Hal
{i} male first name (form of Harold); family name; town in Belgium
Hal
pet form of Henry and Harry
hal
Holland America Line
hal
enables Windows NT to work with different types of hardware (serves like a mediator between two sides that can't get along)
hal
Hardware Abstraction Layer - The middle layer between Windows NT’s core operating system services and the actual hardware in use on the system The only hardware-specific code resides here HAL operates at the lowest level, translating low-level operating system functions into instructions understandable by the specific hardware used in the system HAL makes up a small percentage of the entire NT operating system, so developing new HALs to support additional CPU architectures is relatively easy This design is the reason NT supports a large and diverse array of hardware
hal
In Sufism, a state of mind reached from time to time by mystics during their journey toward God. The awl (plural of l) are God-given graces that appear when a soul is purified of its attachments to the material world. Unlike maqms, which are based on merit, awl cannot be acquired or retained through an individual's own efforts; the Sufi can only wait patiently for their arrival, which fills him with spiritual joy and renews his desire to seek God. The awl most often referred to are those of watching, nearness, ecstasy, intoxication, sobriety, and intimacy
hal
(Hardware Abstraction Layer) - firmware which provides a semi-or fully standardized interface between an SOC and code designed to exercise the SOC This code forms a layer between the hardware and software, allowing any software which uses a HAL to be more easily ported to operate with a different SOC This may or may not include boot code
hal
Hardware Abstraction Layer Windows NT Software layer linking hardware to the Windows NT kernel
hal
Hardware Adaptation Layer
hal
An acronym for hardware abstraction layer, a Windows NT DLL that links specific computer hardware implementations with the Windows NT kernel Windows NT 4 0 includes HALs for 80x86, Alpha, MIPS, and PowerPC hardware platforms
hal
nIII: voice; tune
hal
Hardware Abstraction Layer An executive component in Windows NT and later operating systems that provides support that is specific to a particular hardware platform HAL provides support for the Kernel, I/O Manager, kernel-mode debuggers, and device drivers that are the lowest level The HAL exports routines that extract hardware details that are platform-specific about caches, I/O buses, and interrupts HAL provides an interface between the hardware of the platform and the operating system software
hal
Hardware Abstraction Layer Used to provide a generic interface to the hardware and 'hide' hardware-specific functions
Турецкий язык - Турецкий язык
Görünümünde
HÂL
(Osmanlı Dönemi) Dayı
HAL
(Osmanlı Dönemi) Küçük Hindistan cevizi
HÂL
(Osmanlı Dönemi) Vücudda hususan yüzde görünen siyah benek, ben
Hâl
(Osmanlı Dönemi) TABAK
hal
Saman dökmeye yarayan geniş kürek
hal
Sofilerin geçici olarak, dış dünya ile ilişkilerini keserek girdikleri zevk ve coşku durumu
hal
üstü kapalı pazar yeri
hal
Eritme
hal
Kar küreği
hal
Tahttan indirme
hal
Karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma
hal
Siyah ben
hal
Genellikle üstü kapalı pazar yeri
hal
Kar kürümeye yarayan alet
hal
Harman ve kar sıyırgası
hal
Çözme, çözülme
kendi halinde
Hiçbir şeye karışmayan, sessiz
Английский Язык - Турецкий язык

Определение halinde в Английский Язык Турецкий язык словарь

hal
bk. Hardware Abstraction Layer
halinde
Избранное