She shot a warm smile at the old lady.
- O, yaşlı kadına sıcak bir gülümseme fırlattı.
Since she got her braces, I've hardly seen her smile.
- O, diş teli taktığından beri neredeyse onun gülümsemesini görmedim.
Tom couldn't wipe the smile off his face.
- Tom, gülümsemekten kendini alıkoyamadı.
I couldn't help but smile.
- Gülümsemekten başka çarem yoktu.
He looked at me and smiled.
- O bana baktı ve gülümsedi.
If the loser smiled the winner will lose the thrill of victory.
- Kaybeden gülümserse kazanan zaferin heyecanını kaybeder.
Tom wasn't smiling when he entered the room.
- Odaya girdiğinde Tom gülümsemiyordu.
Hello, said Tom, smiling.
- Tom gülümseyerek merhaba, dedi.
She had to smile at her misfortune.
- O, talihsizliğine gülümsemek zorunda kaldı.
Sometimes a flower should be enough to smile.
- Bazen gülümsemek için bir çiçek yetmeli.
She had to smile at her misfortune.
- O, talihsizliğine gülümsemek zorunda kaldı.
Her ne olursa olsun, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın.
- Ne olursa olsun, gülümsemeyi unutma.