göstererek

listen to the pronunciation of göstererek
Турецкий язык - Английский Язык
screening
showing

He amused the children by showing them some magic. - Onlara biraz büyü göstererek çocukları eğlendirdi.

Men can only be corrected by showing them what they are. - İnsanlar sadece ne olduklarını göstererek düzeltilebilir.

indicating
indicatively
göster
{f} show

Will you show me the picture? - Bana resmi gösterir misin?

I showed her my room. - Ona kendi odamı gösterdim.

göster
(Bilgisayar) show me

Will you show me the picture? - Bana resmi gösterir misin?

Show me another camera. - Bana başka bir kamera göster.

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

Tom pointed out Mary's mistakes. - Tom Mary'ye hatalarını gösterdi.

Jim makes a point of jogging three miles every day. - Jim günde üç mil koşmaya özen gösterir.

göster
denote
göster
illustrate

The chart illustrates how the body works. - Tablo vücudun nasıl çalıştığını göstermektedir.

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
göster
indicate

The sign indicates the way to go. - Sinyal gidecek yolu gösterir.

Yes, you can indicate everything you see. - Evet, gördüğünüz her şeyi gösterebilirsiniz.

göster
{f} mirror

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

göster
{f} shown

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

göster
{f} indicated

This is the route indicated in the map. - Bu, haritada gösterilen yoldur.

The red flag indicated the presence of danger. - Kırmızı bayrak tehlikenin varlığını gösterdi.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} displayed

She displayed her talents. - O, yeteneklerini gösterdi.

Tom displayed the contents of his wallet. - Tom cüzdanının içindekileri gösterdi.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

The movie K-9 is showing. - K -9 film gösterimde.

The teenager is showing off his new car. - Delikanlı yeni arabasını gösteriyor.

göster
{f} screening

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

göster
{f} display

Warning: unsupported characters are displayed using the '_' character. - Uyarı: desteklenmeyen karakterler '_' karakteri kullanarak gösterilir.

He never made a display of his learning. - O asla öğrendikleri ile ilgili bir gösteri yapmadı.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

göster
designated
göster
demonstrate

African Americans demonstrated for civil rights. - Afrikalı Amerikalılar sivil haklar için gösteri yaptılar.

You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent. - Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.

göster
bespoke
göster
performance

Tom didn't clap after Mary's performance. - Tom Mary'nin gösterisinden sonra alkışlamadı.

Do you have any tickets for today's performance? - Bugünkü gösteri için hiç biletin var mı?

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
mazeret göstererek
apologetically
tepki göstererek
reactively