I can add many sentences in different languages.
- Farklı dillerde bir sürü cümle ekleyebilirim.
This is different from what I thought.
- Bu düşündüğümden farklı.
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
She has a distinct English accent.
- Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
This artist has a very distinctive style
- Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.
Tom has a distinctive scar under his right eye.
- Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
Let's try to be discrete about this.
- Bunun hakkında farklı olmaya çalışalım.
We find diverse ethnic and economic interests here.
- Biz burada farklı etnik ve ekonomik çıkarlar buluyoruz.
Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations.
- Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.
Bill is completely unlike his brother.
- Bill kardeşinden tamamen farklıdır.
The sisters are quite unlike.
- Kız kardeşler oldukça farklıdır.
The United States is a very unequal country.
- Amerika Birleşik Devletleri çok farklı bir ülke.
There are pictures on alternate pages of the book.
- Kitabın farklı sayfalarında resimler vardır.
We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things.
- Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.
When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
- Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
Layla and Salima lived in the same apartment, but they were very different women.
- Leyla ve Selime aynı dairede oturuyorlardı ama çok farklı kadınlardı.
Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country.
- İki kız ve üç erkek bir apartman dairesinde yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.
Their manner of bringing up their children is extremely unusual.
- Çocuklarını yetiştirme tarzları oldukça farklı.
The weather has been unusual this year.
- Hava bu yıl farklıydı.
I wrote to him for quite another reason.
- Oldukça farklı bir nedenden dolayı ona yazdım.
That's a horse of another colour.
- Bu tamamıyla farklı bir konu.
African elephants are divided into two different species: savannah and forest elephants.
- Afrika filleri savana ve orman filleri olmak üzere iki farklı türe ayrılır.
Elephants are divided into three different species.
- Filler üç farklı türe ayrılır.
When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
- Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
There are several advantages to city life.
- Şehir hayatının farklı avantajları var.
The cancer had spread to several organs.
- Kanser farklı organlara yayıldı.
Your answer differs from mine.
- Senin cevabın benimkinden farklıdır.
Your idea differs entirely from mine.
- Fikriniz benimkinden tamamen farklı.
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
- Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
The difference is this: he works harder than you.
- Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
Tom should have done things differently.
- Tom işleri farklı şekilde yapmalıydı.
I should've reacted differently.
- Farklı şekilde tepki vermeliydim.
I don't want to be different.
- Farklı olmak istemiyorum.
You always have to be different.
- Sen her zaman farklı olmak zorundasın.
It is important for English learners to remember the distinction between 'fun' and 'funny'.
- İngilizce öğrenenlerin 'eğlence ve 'eğlenceli' arasındaki farkı hatırlamaları önemlidir.
Society does not encourage relationships between people who have a large age gap.
- Toplum büyük bir yaş farkı olan insanlar arasında ilişkiyi teşvik etmez.
The age gap between them is rather large.
- Aralarındaki yaş farkı oldukça fazla.
Tom noticed something odd.
- Tom tuhaf bir şey fark etti.
Tom is well aware of the odds.
- Tom ihtimallerin farkındadır.
I am looking at the matter from a different viewpoint.
- Ben bu konuya farklı bir bakış açısından bakıyorum.
Even if it is true, it matters little.
- Doğru olsa bile çok az fark eder.
The cancer had spread to several organs.
- Kanser farklı organlara yayıldı.
Diversity is what gives us strength.
- Bize güç veren şey farklılıktır.
Tom pretended not to notice.
- Tom fark etmemiş gibi davranıyordu.
Nobody is going to notice, I suppose.
- Sanırım kimse fark etmeyecek.
Tom is well aware of the odds.
- Tom ihtimallerin farkındadır.