Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
Hemşire ağrıyı hafifletmek için Tom'a bir şey verdi.
- The nurse gave Tom something to ease the pain.
O çapraz bulmacayı kolaylıkla çözdü.
- He did the crossword with ease.
Soruyu kolaylıkla yanıtlaması bizi şaşırttı.
- The ease with which he answered the question surprised us.
Sadece ağrıyı dindirmek için bana bir şey ver.
- Just give me something to ease the pain.
Tom'un acısını dindirmek istiyorum.
- I'd like to ease Tom's pain.
O kolaylıkla yarışı kazandı.
- He won the race with ease.
O çapraz bulmacayı kolaylıkla çözdü.
- He did the crossword with ease.
Yeni ortamlarda huzursuz hissettim.
- He felt ill at ease in the new surroundings.
Onun huzursuz olduğunu hemen anladım.
- I saw at once that he was ill at ease.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Endişelenme, Dima kadını rahatlatmaya çalıştı. Beni değil.
- Don't worry, Dima attempted to put the woman at ease. It's not mine.
His mind was at ease when he received his pension.
We took our ease on the patio.
He played the organ with ease.
After winning the jackpot, she lived a life of luxurious ease.