doğrular

listen to the pronunciation of doğrular
Турецкий язык - Английский Язык
authenticates
verifies
doğru
true

What he said is true. - Onun söylediği doğru.

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

doğru
accurate

The clock on that tower is accurate. - O kuledeki saat doğrudur.

The sentence is not grammatically accurate. - Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.

doğru
{s} correct

Don't change sentences that are correct. You can, instead, submit natural-sounding alternative translations. - Doğru olan cümleleri değiştirmeyin. Yerine doğal görünen alternatif çeviriler ekleyebilirsiniz.

Please check the correct answer. - Lütfen doğru cevabı kontrol edin.

doğru
truth

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

She speaks the truth. - Onun konuşması doğrudur.

doğru
right

One of these two methods is right. - Bu iki yöntemden biri doğrudur.

It is right that you should write it. - Onu yazman gerektiği doğrudur.

doğru
straight

Jane will get straight A's. - Jane doğrudan A alacaktır.

Show us the straight path. - Bize doğru yolu göster.

doğrular kalemi
pencil of lines
doğru
through

Through trial and error, he found the right answer by chance. - Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again. - Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

doğru
for

We've found him to be the right man for the job. - Biz, onun bu iş için doğru adam olduğunu keşfettik.

The ship made for the shore. - Gemi kıyıya doğru gitti.

doğru
(Hukuk) fair

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

Honestly, I would think driving there daily is better than moving. - Doğrusu, her gün oraya arabayla gitmenin taşınmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Honestly, I am not the most accurate person on earth. - Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.

doğru
valid

The newest version uses facial-recognition software to validate a login. - Yeni sürümü bir giriş doğrulamak için yüz tanıma yazılımı kullanır.

Can you validate this parking ticket? - Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?

doğru
thru
doğru
all right

Is it all right if I leave early this afternoon? - Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?

Is it all right to use a flash here? - Burada bir flaş kullanmak doğru mu?

doğru
ways
doğru
actual

What Tom said is actually true. - Tom'un söylediği gerçekten doğru.

That's actually not true. - O aslında doğru değil.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

I don't know if it's a bug or not, but this software doesn't work correctly. - Onun bir dinleme cihazı olup olmadığını bilmiyorum, fakat bu yazılım doğru olarak çalışmıyor.

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

Stop beating around the bush and give it to me straight! - Lafı uzatma ve bana doğruyu söyle!

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

doğru
sound

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

My boy can't do addition properly yet. - Oğlum henüz doğru olarak toplama yapamıyor.

Tom doesn't know how to pronounce my name properly. - Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
aykırı doğrular
skew lines
doğru
direct

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives. - Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

I want to be as truthful as possible. - Mümkün olduğu kadar doğru olmak istiyorum.

Will you answer all my questions truthfully? - Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?

doğru
thro

Through trial and error, he found the right answer by chance. - Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That isn't exactly right. - Bu tam olarak doğru değil.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I've heard it said that it's harder to please a woman than to please a man. I wonder if that's true. - Bir kadını memnun etmenin bir erkeği memnun etmekten daha zor olduğunun söylendiğini duydum. Doğru olup olmadığını merak ediyorum.

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

Please circle the right answer. - Lütfen doğru cevabı daire içine alın.

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

The dog came running up to me. - Köpek koşarak bana doğru geldi.

A policeman came up to him. - Bir polis ona doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence. - Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He tossed the ball towards the wall. - Topu duvara doğru çekti.

The girls came singing toward the crowd. - Kızlar kalabalığa doğru şarkı söyleyerek geldi.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards. - Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.

Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards. - Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.

doğru
towards

It finally stopped raining towards evening. - Nihayet akşama doğru yağmur durdu.

Tom and his friends headed towards the beach. - Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
çapraz kesişen doğrular
crisscross
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение doğrular в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
aykırı doğrular
Aynı düzlemde bulunmayan doğrular
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
doğrular
Избранное