dikilme

listen to the pronunciation of dikilme
Турецкий язык - Английский Язык
implantation
the act of planting or setting in the ground
(embryology) the organic process whereby a fertilized egg becomes implanted in the lining of the uterus of placental mammals
a surgical procedure that places something in the human body; "the implantation of radioactive pellets in the prostate gland" the act of planting or setting in the ground (embryology) the organic process whereby a fertilized egg becomes implanted in the lining of the uterus of placental mammals
the act of planting or setting in the ground (embryology) the organic process whereby a fertilized egg becomes implanted in the lining of the uterus of placental mammals
Where the fertilized egg burrows into the lining of the uterus See additional information
a surgical procedure that places something in the human body; "the implantation of radioactive pellets in the prostate gland"
attachment of developing embryo to wall of uterus
The act or process of implanting
the process of attachment of the embryo to the endometrial lining of the uterine wall
the embedding of a fertilized ovum (blastocyst) into the endometrium (Morris 1992)
Implantation (nidation) is the attachment of the early embryo to the lining of the womb, usually six to eight days after ovulation The site of implantation determines the position of the placenta
{i} act of implanting; something which is implanted
im-plant-ay-shun When an embryo sinks into the soft lining of the uterus
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

dik
steep

The climb will be steep and difficult. - Tırmanış dik ve zor olacak.

We climbed the steep slope. - Dik bir yamaca tırmandık.

dik
{s} vertical

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

dik
erect

The Berlin wall was erected in 1961. - Berlin duvarı 1961'de dikildi.

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

dikilmek
stand
dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dikilmek
set up
dikilmek
sewn
dikilmek
to be erected
dikilmek
be fixed on
dikilmek
erect
dikilmek
planted
dikilmek
become erect
dikilmek
be erected
dikilmek
to be sewn
dikilmek
erected
dikilmek
to be set up
dikilmek
be set up
dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
{f} pot

While driving, mind the potholes. - Araba sürerken, çukurlara dikkat et.

Tom gave Mary a potted plant. - Tom Mary'ye saksıya dikilmiş bir bitki verdi.

dik
sew

Would you sew a button on my shirt? - Gömleğime bir düğme diker misin?

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

dik
{f} sewing

She is sewing a dress. - O bir elbise dikiyor.

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

Mary sewed her own costume. - Mary kendi kostümünü dikti.

Her mother sewed a skirt for her. - Annesi ona bir etek dikti.

dik
transplant

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

The doctor gave him four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dik
intent

She watched the birds intently and joyfully. - Kuşları dikkatle ve sevinçle izledi.

Everyone but Tom listened intently. - Tom'dan başka herkes dikkatle dinledi.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

The gardener planted a rose tree in the middle of the garden. - Bahçıvan bahçenin ortasına bir gül ağacı dikti.

Planting forests is good for the environment. - Ormanların dikimi çevre için iyidir.

dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

It is hard for an empty sack to stand straight. - Boş bir çuvalın dik durması zordur.

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

A square is both a rectangle and a rhombus. - Bir kare hem dikdörtgen hem de eşkenar dörtgendir.

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
dikilmek
to be planted; to be erected, to be set up; to be sewn; to stand; to become erect; (gözler) to be fixed on
dikilmek
stick up
dikilmek
to be sewn; to be stitched; to be made (by sewing); to be stitched up
dikilmek
stand on
dikilmek
be sewn
dikilmek
stand upon
dikilmek
stand up
dikilmek
be planted
Турецкий язык - Турецкий язык
Dikilmek işi
Dikilmek
(Osmanlı Dönemi) VEKB
DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikilmek
Sert ve dik bir duruma gelmek
dikilmek
Bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla sert ve dik bir duruma gelmek
dikilmek
Dikme (II) işi yapılmak: "Bebelere çedik, kadınlara, erlere çizme, çarık dikildi."- N. Araz
dikilmek
Dikme (I) işi yapılmak
dikilmek
Dikme işi yapılmak
dikilmek
Ayakta durmak
dikilmek
Belli bir noktaya uzun süre bakmak
dikilmek
Karşı koymak, engellemek
dikilmek
Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak: "Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum."- R. N. Güntekin
dikilmek
Dik duruma gelmek
dikilmek
Ayakta durmak: "Hissem neyse, ben de isterim diye karşıma dikilmez mi?"- H. Taner
dikilme
Избранное