Onun sözlerinin daha derin bir anlamı vardır.
- Her words have a deeper meaning.
İnsanın ruhu gökyüzünden daha büyük ve okyanustan daha derindir.
- The soul of man is larger than the sky and deeper than the ocean.
Bu göl ne kadar derin?
- How deep is this lake?
Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Tom ormanın derinliklerinde yaşardı.
- Tom used to live deep in the jungle.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Sadece bizim aramıza, o çok derin derin düşünmez.
- Just between us, he doesn't think very deeply.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Tom derin deniz dalgıcıdır.
- Tom is a deep-sea diver.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
O beni içten selamladı.
- She bowed deeply to me.
Birbirinizi içten seviyor musunuz?
- Do you love each other deeply?
Derine daldıkça, su da soğudu.
- The deeper we dived, the colder the water got.
Daha derine kazmak zorundasın.
- You have to dig deeper.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Onlar ona yürekten hayrandır.
- They admire her deeply.
Ben sanatla yürekten ilgiliyim.
- I am deeply interested in art.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
... the mentally ill. But part of it is also going deeper and seeing if we can get into these ...
... deeper on your interests. ...