İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
- This company has many business dealings abroad.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Bir dolandırıcı ile ilişkin vardı.
- You had dealings with a crook.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Onlar anlaşmanın aptalca olduğunu söyledi.
- They said the deal was foolish.
Belki de bir anlaşma yapabiliriz.
- Maybe we can make a deal.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom bit pazarında birkaç iyi alışveriş buldu.
- Tom found a few good deals at the flea market.
Ben iyi bir alışveriş yaptım.
- I was dealt a good hand.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Yıllardır bu mağaza ile ilgilenmekteyim.
- I've dealt with this store for years.
Tom şu anda bu sorunla ilgilenmek istemiyor.
- Tom doesn't want to deal with this problem now.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
Tom onun öyle büyük bir anlaşma olduğunu düşünmüyor.
- Tom doesn't think it's such a big deal.
O zamandan beri, Japonya'da büyük bir değişim oldu.
- Since then, a great deal of change has occurred in Japan.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Tom kartları kesti ve dağıtmaya başladı.
- Tom cut the cards and started dealing.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom her oyuncuya beş kart dağıttı.
- Tom dealt five cards to each player.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.
- Dan knows very well how to deal with psychological warfare.
Tom babasının ölümüyle çok iyi ilgilenmiyor.
- Tom isn't dealing with his father's death very well.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Onlar o dükkânda pirinç ticareti yapıyorlar.
- They deal in rice at that store.
Onlar yazılım ürünleri ticareti yapıyorlar.
- They deal in software products.
Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
- I love dealing with professionals.
Bu tür sorunlarla uğraşmaya alışkınım.
- I'm used to dealing with these kind of problems.
Tom'un uyuşturucu ticareti yaptığını biliyor muydun?
- Did you know Tom was dealing drugs?
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
İlgilenmem gereken çok işim var.
- I have a lot of things that I must deal with.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Bu sorunla ilgili yeni bir yaklaşıma acil bir ihtiyaç vardır.
- There is an urgent need for a new approach to dealing with this problem.
Tom gibi insanlarla uğraşmaya alışkın değilim.
- I'm not used to dealing with people like Tom.
Kiminle uğraştığımızı zannediyorsun?
- Who do you think we're dealing with?
Bu sorunla başa çıkmak için derhal bir şey yapılmalı.
- Something must be done immediately to deal with this problem.
Başa çıkmak kolay mı?
- Is it easy to deal with?
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
Bu yolda bir hayli trafik var.
- There is a great deal of traffic on this road.
Bunun hakkında bir hayli düşündüm.
- I've thought about this a great deal.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.
- This company has many business dealings abroad.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.