bir of

listen to the pronunciation of bir of
Курдский Язык - Турецкий язык

Определение bir of в Курдский Язык Турецкий язык словарь

bir
koyun ve keçi sürüsü
bir
kesim
bir
bölüm
bîr
dimağ hafıza
bîr
bilinç şuur
bîr
kuyu
bîr
hafıza
bîr
bellek
Испанский Язык - Турецкий язык

Определение bir of в Испанский Язык Турецкий язык словарь

Bir
bi'r
Английский Язык - Английский Язык

Определение bir of в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
Турецкий язык - Английский Язык
of a
on every

So, next time they come to me of a morning and ask the same question, what do you think my answer might be?.

bir
one

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

bir
single

I don't have a single enemy. - Benim tek bir düşmanım yok.

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

He needs something to drink. - İçecek bir şeye ihtiyacı var.

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

bir
a
bir
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

The twins were so alike that it was difficult to tell them apart. - İkizler o kadar benziyorlardı ki birbirinden ayırt etmek zordu.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

Carbon monoxide is a poisonous substance formed by the incomplete combustion of carbon compounds. - Karbon monoksit karbon bileşiklerinin tam yanmamasından oluşan zehirli bir maddedir.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

bir
head

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

Nobody can be a head coach of a soccer team without being a soccer player. - Hiç kimse futbolcu olmadan bir futbol takımının teknik direktörü olamaz.

bir
erect

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

bir
unit

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

I would like to go to the United States one day. - Bir gün Amerika'ya gitmek istiyorum.

bir
unity

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

bir
somewhere

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

I remember seeing you all somewhere. - Hepinizi bir yerde gördüğümü hatırlıyorum.

bir
engage

Bob has been engaged to Mary for over a year. - Bob, Mary ile bir yılı aşkın bir süredir nişanlıdır.

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

bir
{f} pace

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

bir
un#veil
bir
{s} some

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

bir
attack

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

She attacked him with a baseball bat. - O, bir beyzbol sopası ile ona saldırdı.

bir
squash

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

bir of
Избранное