It was very hard for her to suppress her emotions.
- Onun, duygularını bastırması çok zordu.
Tom is trying to suppress a smile.
- Tom bir gülümsemeyi bastırmaya çalışıyor.
Basset hounds are gentle dogs.
- Basset tazıları kibar köpeklerdir.
I play bass in a jazz band.
- Bir caz orkestrasında bas gitar çalıyorum.
It will take a long time to suppress the revolt.
- Ayaklanmayı bastırmak uzun sürecek.
People suffering from low level of blood sugar disorder, because they lack the power to suppress their emotions, get easily frightened and angry.
- Kan şekeri bozukluğu düşük seviyede olan kişiler onların duygularını bastırmak için güçten yoksun olmaları nedeniyle kolayca korkarlar ve öfkelenirler.
Tom wants to buy a bass guitar, but he doesn't have enough money.
- Tom bir bas gitar almak istiyor ama yeterli parası yok.
I play bass guitar in a guitar ensemble.
- Bir gitar topluluğunda bass gitar çalarım.
He pressed me to stay a little longer.
- O biraz daha uzun kalmam için bana baskı yaptı.
The press is interested in his private life.
- Basın onun özel hayatıyla ilgileniyor.
This book will be printed next year.
- Bu kitap, gelecek yıl basılacak.
This book is out of print.
- Bu kitabın baskısı tükendi.
Are you still playing the bassoon?
- Hâlâ bason çalıyor musun?
He had a book on physics published.
- Fizikle ilgili bir kitap bastırdı.
We finally published the book.
- Sonunda kitabı bastık.
The crowd pressed toward the gate.
- Kalabalık kapıya doğru bastırdı.
She pressed her lips firmly together.
- Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.
Time is pressing, and quick action is needed.
- Zaman baskı yapıyor ve acil eylem gerekli.
They'll keep pressing the foreman.
- Onlar ustabaşına baskı yapmaya devam edecekler.
This textbook, having been printed in haste, has a lot of printing mistakes.
- Bu ders kitabının, aceleyle basıldığı için, bir sürü hatası var.
The first printing machine was invented by Gutenberg.
- İlk baskı makinesi Gutenberg tarafından icat edilmiştir.
I had to stifle my anger in front of him.
- Onun önünde öfkemi bastırmak zorunda kaldım.
He walked on tiptoe so that nobody would hear him.
- O, kimse onu duymasın diye parmak uçlarına basarak yürüdü.