büyüleyen

listen to the pronunciation of büyüleyen
Турецкий язык - Английский Язык
{i} bewitching
Enchanting
Having power to bewitch or fascinate; enchanting; captivating; charming
capturing interest as if by a spell; "bewitching smile"; "Roosevelt was a captivating speaker"; "enchanting music"; "an enthralling book"; "antique papers of entrancing design"; "a fascinating woman"
{s} enchanting, spellbinding, charming
büyüleyen konuşmacı
spellbinder
büyüle
enthrall

Sami was enthralled with Layla. - Sami, Leyla'dan büyüleniyordu

büyüle
fascinate

I was fascinated by her beauty. - Onun güzelliği tarafından büyülendim.

I'm fascinated by cats. - Kediler tarafından büyülendim.

büyüle
enchant

She was enchanted by his little laugh. - Onun küçük kahkahasıyla büyülenmişti.

Mary was the most enchanting creature that Tom had ever seen. - Mary, Tom'un şimdiye kadar gördüğü en büyüleyici yaratıktı.

büyüle
{f} charming

She is a charming woman. - O büyüleyici bir kadındır.

Our neighbour bought himself a charming horse. - Komşumuz kendini büyüleyici bir at satın aldı.

büyüle
{f} bewitched

The Lady of the Lake bewitched Merlin and trapped him in the trunk of a tree. - Gölün hanımı, Merlin'i büyüledi ve onu bir ağacın gövdesinde tuzağa düşürdü.

büyüle
{f} ravishing

She looked ravishing. - O büyüleyici görünüyordu.

Mary looked ravishing. - Mary büyüleyici görünüyordu.

büyüle
{f} enthralling
büyüle
enthral

Sami was enthralled with Layla. - Sami, Leyla'dan büyüleniyordu

büyüle
{f} fascinated

We were fascinated by her voice. - Biz onun sesinden büyülendik.

Tom and Mary are fascinated by Japanese anime. - Tom ve Mary Japon çizgi filmi tarafından büyülendi.

büyüle
{f} captivating

He's a captivating speaker. - O büyüleyici bir konuşmacı.

I was up all night reading the captivating book my grandfather gave me. - Dedemin bana verdiği büyüleyici kitabı okumak için tüm gece oturdum.

büyüle
{f} enchanting

Mary was the most enchanting creature that Tom had ever seen. - Mary, Tom'un şimdiye kadar gördüğü en büyüleyici yaratıktı.

I'm not enchanting their children. - Ben onların çocuklarını büyülemiyorum.

büyüle
ravish

She looked ravishing. - O büyüleyici görünüyordu.

Mary looked ravishing. - Mary büyüleyici görünüyordu.

büyüle
{f} fascinating

Ms. Yamada translated the fascinating fairy tale into plain Japanese. - Bayan Yamada büyüleyici Japon masalını düz Japoncaya çevirdi.

I found the subject fascinating. - Konuyu büyüleyici buldum.

büyüle
{f} charm

Kate is as charming as her sister. - Kate kız kardeşi kadar büyüleyici.

They sat still as if they were charmed by the music. - Onlar sanki müzikten büyülenmiş gibi sessiz oturdular.

büyüle
charmed

It was his story of adventure that charmed us all. - Bizi büyüleyen onun macera hikayesiydi.

Everybody at the party was charmed by her grace. - Partideki herkes onun zarafetiyle büyülendi.

büyüle
{f} bewitching
büyüle
captivated

You captivated me, dear. - Beni büyüledin, aşkım.

büyüle
spellbind
büyüle
entrance

Tom was entranced by Mary's singing. - Tom Mary'nin şarkı söylemesinden büyülendi.

I was simply entranced by the beauty of her face. - Ben sadece onun yüzünün güzelliği tarafından büyülendim.

büyüle
hex
büyüle
spellbound
büyüle
enthralled

Sami was enthralled with Layla. - Sami, Leyla'dan büyüleniyordu

büyüle
entranced

Tom was entranced by Mary's singing. - Tom Mary'nin şarkı söylemesinden büyülendi.

I was simply entranced by the beauty of her face. - Ben sadece onun yüzünün güzelliği tarafından büyülendim.

büyüle
bewitch

The Lady of the Lake bewitched Merlin and trapped him in the trunk of a tree. - Gölün hanımı, Merlin'i büyüledi ve onu bir ağacın gövdesinde tuzağa düşürdü.

I can teach you how to bewitch men. - Ben erkeklerin nasıl büyüleneceğini size öğretebilirim.

büyüleyen
Избранное