Ben hayatımda öğrenmem gereken her şeyi bir kardan adamdan öğrendim.
- Alles, was man über das Leben wissen muss, habe ich von einem Schneemann gelernt.
Senin için her şeyi yapmaya hazırım.
- Ich bin bereit, alles für dich zu tun.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Onların hepsi lezzetliydi!
- All of it was delicious!
Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
- Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
You suck dude! I have to tell you everything!
- Mann bist du doof! Ich muss dir echt alles erklären!
One can't expect everything from schools.
- Man kann nicht alles von den Schulen erwarten.
The property must have been nearly a thousand acres all told.
- Alles in allem muss das Grundstück fast tausend Acre groß gewesen sein.