Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.
- His niece is attractive and mature for her age.
Senin yaşında bir oğlu var.
- He has a son of your age.
Bu bilgi çağıdır, ve bilgisayarlar günlük hayatımızda gittikçe önemli rol oynuyorlar.
- This is the age of information, and computers are playing an increasingly important role in our everyday life.
Biz atom çağında yaşıyoruz.
- We are living in the atomic age.
Senelerce Tom'u görmedim.
- I haven't seen Tom in ages.
Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
- It's been quite ages since we last met.
Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
- Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
- All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
Nükleer enerjinin dönemi henüz bitmedi.
- The age of nuclear power is not yet over.
Henry bu mart ayında rüştünü ispatlayacak.
- Henry will come of age this March.
O, geçen yıl yaşlılıktan öldü.
- He died last year of old age.
Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.
- What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down.
Bunu çok uzun zamandır yapmadım.
- I haven't done this in ages.
Çok uzun zamandır Tom'dan haber almadık.
- We haven't heard from Tom in ages.
Tom biraz yaşlanmadı.
- Tom hasn't aged one bit.
Yaşlandığında güvenlik istiyorsan, şimdi biriktirmeye başla.
- If you want security in your old age, begin saving now.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Yaşlanmaktan kaçamazsın.
- You can't run away from age.
Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.
- Ageing isn't good, but the alternative is no better.
O reşit olmadan önce öldü.
- She died before coming of age.
Money's a little tight right now, let's age our bills for a week or so.
Sometimes age just shows up all by itself.
He grew fat as he aged.
Grief ages us.
One his first assignments was to age the accounts receivable.
There are three ages living in her house.
It's been a long time since we last saw each other.
- It's been quite ages since we last met.
It's been a long time since we last saw each other.
- It's been ages since we last met.
... women, lactating women, and infants up to the age of three because there are many countries ...
... RAGHAV BAHL: No, by legacy I meant not just the age of-- ...