Tom'un bir yat almaya gücü yetmez.
- Tom can't afford to buy a yacht.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
- He used to eat out every day, but now he can't afford it.
We cannot afford to disbelieve a friend, our child or our spouse when they are actually telling the truth, and so we err on the side of beleiving the liar.
bir arkadaşımız, çocuğumuz, eşimiz gerçeği söylediğinde onlara inanmamayı kaldıramayız, ve bu ned.
Karşılayamayacağımız bir lüks.
- It's a luxury we can't afford.
Bunu karşılayabileceğimi sanmıyorum.
- I don't think I can afford this.
The sea affords an abundant supply of fish.
A good life affords consolation in old age.
We can only afford to buy a small car at the moment.