Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Kelebekler hakkında çok fazla şey biliyor.
- He knows a lot about butterflies.
Birçok İngilizce sözcük, Latince'den türemiştir.
- A lot of English words are derived from Latin.
Birçok müşteri danışma için avukata gelirler.
- A lot of clients come to the lawyer for advice.
Ailesini çok endişelendirdi.
- He caused his parents a lot of anxiety.
Onun ne de çok kitabı var!
- What a lot of books he has!
Bilgisayarda bir hayli deneyimin var, değil mi?
- You have a lot of experience in computers, don't you?
Bir hayli mücevher satın aldın.
- You bought a lot of jewels.
Partide pek çok oyun oynadık.
- We played a lot of games at the party.
Sel pek çok zarara neden oldu.
- The flood caused a lot of damage.
Tom'un pek çok zamanı yoktu.
- Tom doesn't have a whole lot of time.
Bu pek çok anlam ifade etmiyor.
- This doesn't make a whole lot of sense.
Japonya'da bir sürü güzel mekân var.
- There are a lot of beautiful places in Japan.
Kawasaki'de bir sürü fabrika var.
- There are a lot of factories in Kawasaki.
I have a lot of things to say.
It's a lot harder than it looks.
I go swimming a lot.
A lot depends on whether your parents agree.
... And we know we can do a whole lot better because sometimes ...
... from deficit to surplus and created a whole lot of millionaires to boot. ...