Onların ilişkisi hakkında bir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about their relationship.
Mutluluğun yüzde 90 kadarı tutum, yaşam kontrolü ve ilişkiler gibi unsurlardan geliyor.
- As much as 90 percent of happiness comes from elements such as attitude, life control and relationships.
İslam ve batı arasındaki ilişki yüzyıllar süren birliktelik ve ortak çalışma fakat aynı zamanda çatışma ve din savaşları içermektedir.
- The relationship between Islam and the West includes centuries of co-existence and cooperation, but also conflict and religious wars.
O iki problem arasında herhangi bir yakınlık görmüyorum.
- I don't see any relation between the two problems.
O onlarla akrabalığını bozdu.
- He broke relations with them.
O, onun uzak bir akrabasıdır.
- He is a distant relation of hers.
En büyük nimet sağlık, en büyük zenginlik kanaat, en büyük bağ da vefadır.
- Health is the greatest gift; satisfaction the greatest wealth; fidelity the greatest relation.
Ciddi bir ilişki ile ilgilenmiyorum.
- I'm not interested in a serious relationship.
Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.
- I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely.
This relation uses the customer's social security number as a key.