'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.
I'm not supposed to eat peanuts.
- Yer fıstığı yemem gerekmiyor.
Tom might be allergic to peanuts.
- Tom'un yer fıstığına allerjisi olabilir.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting.
- Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.
Show me the location of your camp on this map.
- Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.
I ought to have made a hotel reservation earlier.
- Otelde daha önce yer ayırtmalıydın.
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
The police found some blood on the floor.
- Polisler yerde biraz kan buldular.
After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise.
- Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
- Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
They just arrived at their destination.
- Onlar gidilecek yerlerine az önce vardılar.
Text me after you get to your destination.
- Gidilecek yere vardıktan sonra bana mesaj at.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
The seat of the chair needs repairing.
- Sandalyenin oturacak yerinin tamir edilmesi gerekiyor.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
The important thing is not to win the game, but to take part in it.
- Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
I don't want to be involved in this affair.
- Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
Tom has friends in high places.
- Tom'un yüksek yerlerde arkadaşları var.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
Are you going anywhere?
- Bir yere gidiyor musun?
Do you feel at home anywhere?
- Herhangi bir yerde evinizdeymiş gibi hisseder misiniz?
You may go anywhere you like.
- İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
A party is a good place to make friends with other people.
- Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
Is there anywhere I can go to find a flea market?
- Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
According to the American journal International Living, Uruguay is ranked among the twenty safest countries in the world.
- Amerikan dergisi Uluslararası Yaşam'a göre, Uruguay dünyada en güvenli yirmi ülke arasında yer almaktadır.
Cotton ranks among the world's most important crops.
- Pamuk, dünyanın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
The important thing is not to win the game, but to take part in it.
- Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
There was room for one person in the car.
- Arabada bir kişilik yer vardı.
Water covers about 70% of the earth.
- Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
Croatia is a country located in the southeastern part of Europe.
- Hırvatistan, Avrupa'nın güneydoğu kesiminde yer alan bir ülkedir.
Mexico is a country located in North America.
- Meksika, Kuzey Amerika'da yer alan bir ülkedir.
The station is situated in between the two towns.
- İstasyon iki şehir arasında yer almaktadır.
Is her house anywhere near the station?
- Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
I had to leave out this problem for lack of space.
- Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
You must put up with your new post for the present. I'll find you a better place one of these days.
- Şu an için yeni görevinize katlanmalısın. Sana bugünlerden birinde daha iyi bir yer bulacağım.
Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office.
- Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.
With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position.
- Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.
All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerindeydi.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.