Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.
The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.
He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Bill is always honest.
- Bill her zaman dürüsttür.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
Some people believe that Japan is No.1 in everything.
- Bazı insanlar Japonya'nın her şeyde 1 numara olduğuna inanıyor.
The customer rejected everything that I showed her.
- Müşteri, gösterdiğim her şeyi reddetti.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
I play tennis every day.
- Ben her gün tenis oynarım.
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me.
- Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
Tom usually says Pardon my French whenever he swears.
- Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea.
- Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.
Traffic accidents happen daily.
- Trafik kazaları her gün olur.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
Anyhow, he may now be in Paris.
- Her neyse, o şimdi Paris'te olabilir.
Women seem to like him for some reason.
- Her nedense kadınlar ondan hoşlanıyor gibi görünüyor.
For some reason, people have been avoiding me like the plague ever since I got back from India.
- Her nedense, Hindistan'dan döndüğümden beri insanlar benden bir veba gibi kaçıyorlar.
Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author.
- Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
The building may crash at any time.
- Bina her an çökebilir.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
Trade friction might arise between the two nations at any moment.
- İki ülke arasında her an bir ticari sürtünme ortaya çıkabilir.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
Tom calls Mary every night and talks with her for at least 45 minutes.
- Tom her gece Mary'yi arar ve onunla en az 45 dakika konuşur.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
That pretty bird did nothing but sing day after day.
- O güzel kuş her gün ötmekten başka bir şey yapmadı.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
He wants to eat both of them.
- O, onların her ikisini de yemek istiyor.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
The Brown twins, both of whom got recently married, held a party.
- Brown ikizleri, son zamanlarda her ikisi de evlendi, bir parti düzenledi.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
He comes into contact with all kinds of people.
- Her türlü insanla bağlantı kurar.
This shop has all kinds of foreign-language magazines.
- Bu mağaza her türlü yabancı dil dergilerine sahiptir.
You may go anywhere you like.
- İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
The man is well-known all over the village.
- Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.
Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
This works every time.
- Bu her zaman işe yarar.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
He will forever live on in our memories.
- O her zaman anılarımızda yaşayacak.
You can call me at any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
... - RUDY! - WELL, I'M SORRY, BUT YOU'VE NEVER SAT ON HER. ...
... Or, we've got to get her a new throat, or whatever. ...