Определение şey'an в Турецкий язык Английский Язык словарь
- şey
- stuff
Tom can't afford all the stuff Mary wants him to buy on his salary.
- Tom'un, Mary'nin ondan satın almasını istediği her şeyi maaşıyla almaya gücü yetmez.
Get this stuff out of here.
- Bu şeyi buradan çıkarın.
- şey
- thing
We talked about various things.
- Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do.
- Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.
- şey
- article
I read an academic article in that language and understood almost everything, but when I tried reading a story for beginners I understood nothing.
- O dilde bilimsel bir yazı okudum ve neredeyse her şeyi anladım ama başlangıç seviyesindekiler için yazılmış bir hikayeyi okumaya çalıştığımda hiçbir şey anlamadım.
Please place all articles not related to the lesson inside your bag.
- Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.
- hiçbir şey
- nothing
She knows nothing about your family.
- Ailen hakkında hiçbir şey bilmiyor.
That'll change nothing.
- O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- her şey
- everything
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
- şey
- chose
I realized that what I had chosen didn't really interest me.
- Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.
There are some things we could've change, but we chose not to.
- Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.
- şey (soyut)
- thing
- şey
- whosit
- şey
- doing
The great pleasure in life is doing what people say you cannot do.
- Hayatta büyük zevk insanların yapamayacağını söylediği şeyi yapmaktır.
Doing that sort of thing makes you look stupid.
- Bu tür bir şey yapmak aptal görünmesini sağlar.
- şey
- well
Focus on one thing and do it well.
- Bir şeye odaklan ve onu iyi yap.
He intimated that all is not well in his marriage.
- O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.
- şey
- doohickey
- şey
- thingumajig
- şey
- thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
- şey
- doodad
- şey
- thingumabob
- şey
- lark
- şey
- what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
- şey
- object
It was an object of terror.
- Dehşet veren bir şeydi.
You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love...
- Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...
- şey
- concern
As far as Bob is concerned, anything goes. By contrast, Jane is very cautious.
- Bob'a kalırsa, bir şey dönüyor. Buna karşılık, Jane çok dikkatli.
Tom seems to be very concerned about something.
- Tom bir şey hakkında çok endişeli görünüyor.
- şey
- matter
It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year.
- Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.
As a matter of fact, I know nothing about it.
- Aslına bakarsan, ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- şey
- doings
- şey
- thingummy
- şey
- affair
He knows a lot about foreign affairs.
- Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- bir şey
- anything
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
- değersiz şey
- junk
Have you ever considered getting rid of some of this junk?
- Sen hiç bu değersiz şeyin bazılarından kurtulmayı düşündün mü?
- göz zevkini bozan şey
- eyesore
- şaşılacak şey
- wonder
It's a wonder they're still awake.
- Onların hâlâ uyanık olması şaşılacak şey.
- sarınacak şey
- muffle
- dinlendirici şey
- escape
- hizmet karşılığı kazanılan şey
- reward
- orta dereceli şey
- intermediate
- sudan ucuz şey
- bargain
- çok istenen şey
- prize
- ilginç şey
- curiosity
- nefis şey
- dream
- asıl gerekli şey
- essential
- esas olan şey
- essential
- oval şey
- ovoid
- ekmeğe sürülen şey
- spread
- artakalan şey
- (Hukuk) legacy
- bir şey değil
- not at all
This is not at all what Tom expected.
- Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.
- gelecekte olacak şey
- future
- gereken şey
- necessary
- gitgide büyüyen şey
- snowball
- hak edilen şey
- deserts
- heyecan verici şey
- sensation
- iddia konusu şey
- submission
- insan eliyle yapılmış şey
- artifact
- kendini bir şey sanan
- self righteous
- kendini bir şey sanan önemsiz tip
- pipsqueak
- konu olan şey
- subject
- lazım olan şey
- necessary
- mükemmel şey
- prime
- ok başına benzeyen şey
- arrowhead
- olağanüstü şey
- prodigy
- rüya gibi şey
- dream
- sevimsiz şey
- bitch
- sıkıcı şey
- bore
- ufacık şey
- mite
- vazgeçiren şey
- deterrent
- yeni çıkmış şey
- novelty
- zevk veren şey
- treat
- çok etkili şey
- blockbuster
- önemsiz şey
- straw
- birinci gelen şey
- first
- gizli şey
- secret
- herhangi bir şey
- anything
I am not frightened of anything.
- Herhangi bir şeyden korkmam.
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
- anlatmak istenilen şey
- point
- beklenen şey
- (Ticaret) prospect
- beklenen şey
- expectancy
- böyle bir şey
- such a thing
- cezbedici şey
- temptation
- dalgalar halinde yükselen şey
- billow
- damla damla akan şey
- trickle
- demek istenilen şey
- drift
- devasa ve çok çirkin şey
- monstrosity
- dilemek (iyi bir şey)
- wish
- elde edilen şey
- acquisition
- en mükemmel şey
- the last word in
- eziyet veren şey
- torment
- garip şey
- oddity
- geciktirici şey
- retardation
- gereksiz şey
- non-essential
- gerçek şey
- the real thing
- geçici şey
- bauble
- gizli şey
- confidence
- göze batan çirkin şey
- eyesore
- güldürücü şey
- gag
- güzel şey
- beauty
- hangi şey
- what
- hazırlamak (kötü bir şey)
- brew
- her şey
- (Argo) lock, stock and barrel
- hiç bir şey
- next to nothing
- ilave edilecek şey
- addendum
- istek uyandıran şey
- temptation
- istenen veya talep edilen şey
- demand
- izleyen şey
- (İnşaat) tracer
- kesilen şey
- clipping
- kesin şey
- cinch
- kötü şey
- bad
- kıymetli şey
- asset
- nadir şey
- curiosity
- nefes nefese (bir şey) demek
- puff
- olumsuz bir şey ima eden söz
- innuendo
- olur mu öyle şey
- come on!
- olur mu öyle şey
- no way!
- sabit şey
- fixture
- sabit şey
- constant
- sahte şey
- dummy
- sinirlendirici şey
- vexation
- sivri bir şey -e batmak
- prick
- sonu olmayan şey
- blind-alley
- sıkıcı şey veya kimse
- nuisance
- sıkıntı veren şey
- annoyance
- sıkıntı veren şey
- nuisance
- tabii bir şey
- matter of course
- tahsis edilmiş şey
- allotment
- tersine dönmüş şey
- inversion
- toptan şey
- lump
- tuhaf şey
- curiosity
- ucuz şey
- bargain
- yeni şey
- innovation
- yerini alan kimse/şey
- replacement
- yeterli şey
- sufficiency
- yuvarlak şey
- disc
- zorla alınan şey
- (Ticaret) extortion
- zıt olan şey
- reverse
- zıt şey
- contrast
- çekici şey
- knockout
- önemini yitirmiş şey
- has-been
- önemsiz şey
- picayune
- önemli bir şey
- something
I want to tell you something important.
- Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
- Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- algılanabilen şey
- phenomenon
- yasaklanmış şey
- taboo
- iki şey
- twosome
- işe yaramaz şey
- trash
- işe yarar şey
- utility
- Değişmeyen tek şey değişimdir
- (Atasözü) Nothing is permanent but change
- asıl önemli olan şey
- the most important thing
- asıl önemli olan şey
- more importantly, what really matters is
- az şey
- thought
- bir şey değil
- Don't mention it
- bir şey değil
- You're welcome
- birçok şey
- many things
We talked about many things.
- Birçok şeyden bahsettik.
Let me show you many things which will be novel to you.
- Sizin için yeni olan birçok şeyi göstermeme izin verin.
- eser; yapılmış şey; istisna akdinin konusu
- work, the things that were done, the subject of contractual exclusions
- farsca'da tat, çeşni, tadılacak şey
- farsca'da taste, flavor, taste a thing
- gayrimenkul sayılan şey
- (Kanun) land
- her şey yolunda
- all good
- içe dert olan şey
- The thing to worry about smoking
- içilecek şey
- The thing inside
- içilecek şey. içki
- thing to drink. drink
- problem yaratan şey
- villain
- sekizinci şey
- eighth
- sergilenen şey
- exhibit
- sınırlayan, daraltan şey
- limiting, narrowing things
- umarım her şey yolundadır
- i hope all is well
- umarım her şey yolundadır
- i hope everything is fine
- çok şey
- lots of things
I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind.
- Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.
We have lots of things to do.
- Yapacak çok şeyimiz var.
- özgü şey
- speciality
- üstün olunan şey
- excellence