Tom was unable to conceal his sadness.
- Tom üzüntüsünü gizleyemedi.
I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
Joy was mingled with sorrow.
- Joy üzüntüden altüst olmuştu.
Neither joy nor sorrow can last forever.
- Ne mutluluk ne de üzüntü sonsuza kadar sürebilir.
She showed her regret over the serious mistake.
- O ciddi bir hata üzerinde üzüntüsünü gösterdi
She regretted deeply when she looked back on her life.
- Hayatında geriye baktığında, o derin üzüntü duymuştur.
I hope that incident won't cause you any grief when you try to leave the country.
- Umarım ülkeyi terk etmeye çalışırken bu olay size bir üzüntüye neden olmaz.
His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.
She helped him overcome his sadness.
- Üzüntüsünü yenmesi için ona yardım etti.