I waited outside on the chance of seeing you.
- Seni görmek ümidiyle dışarıda bekledim.
He studies in the hope of becoming a doctor.
- O bir doktor olma ümidiyle okuyor.
Tom came to Boston hoping to find a job.
- Tom bir iş bulma ümidiyle Boston'a geldi.
There is little, if any, hope that Tom will win the election.
- Eğer varsa, Tom'un seçimi kazanmasına dair küçük bir ümit var.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.