çok-

listen to the pronunciation of çok-
Турецкий язык - Английский Язык
multifaith
feeling an affinity with aspects of more than one religion, philosophy or world-view, and to believe that no one is superior to the others
{s} between individuals of different faiths
pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

çok yönlü
versatile

Tom is quite versatile, isn't he? - Tom oldukça çok yönlü, değil mi?

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

çok
much

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

çok önemli
(Hukuk) crucial

Mental strength is crucial for success in any sports. - Zihinsel güç herhangi bir sporda başarı için çok önemlidir.

The timing will be crucial. - Zamanlama çok önemli olacak.

en çok
most

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

çok fazla
too much

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

çok korkutmak
terrify
az çok
more or less

He understands her problems more or less. - Onun sorunlarını az çok anlıyor.

Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct. - Utanma. Telaffuzun az çok doğru.

çok önemli
vital

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

çok
many

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

çok
very

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çok komik
very funny

I think that was very funny. - Sanırım o çok komikti.

That comedian is very funny. - O komedyen çok komik.

çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok
so
çok istemek
crave
çok
fair

The teacher was very fair when she marked our exams. - Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

çok
too

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

çok
good

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok
such

Seaside resorts, such as Newport, are very crowded in summer. - Newport gibi, deniz kenarındaki tatil köyleri yaz aylarında çok kalabalıktır.

You do such a thing once too often and get punished. - Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.

en çok
maximum
çok
big

Japanese tourists abroad are big spenders. - Yurt dışındaki Japon turistler çok para harcarlar.

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

padişahım çok yaşa
Long live the sultan
çok
plenty

There's no need to hurry. We have plenty of time. - Acele etmeye gerek yok. Çok zamanımız var.

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

çok
{s} tidy

I don't have much time to tidy. - Toparlanmak için çok zamanım yok.

You're not very tidy. - Sen çok düzenli değilsin.

az çok
somewhat
az çok
moderately
daha çok
mostly

This substance is mostly composed of hydrogen and oxygen. - Bu madde, daha çok hidrojen ve oksijenden oluşur.

daha çok parlamak
outshine
en çok
chiefly

This book is chiefly concerned with the effects of secondhand smoking. - Bu kitap en çok pasif içiciliğin etkileriyle ilgilenmektedir.

en çok
most, at (the) most
güzelok)
beautiful
oldukça çok
a great deal

Tom reads a great deal. - Tom oldukça çok okur.

He earns a great deal. - O, oldukça çok kazanır.

pek çok
voluminous
çok
dead

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

Tom didn't know that Mary was already dead. - Tom Mary'nin çoktan öldüğünü bilmiyordu.

çok
countless

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

We had lots of fun at the picnic. - Biz piknikte çok eğlendik.

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

çok
abounding
çok
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

çok
numerous

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

There are numerous reasons to be hopeful. - Umutlu olmak için çok sayıda sebep var.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok az
slightly

I'm slightly worried about Tom. - Tom hakkında çok az endişeliyim.

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

According to the weather forecast, the rainy season will set in before long. - Hava tahmini göre, yağışlı mevsim çok geçmeden başlayacak.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
terrible

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

çok kötü
(Gıda) very bad

She felt very bad that day. - O, o gün çok kötü hissetti.

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
daha çok
more

Humility often gains more than pride. - Alçak gönüllülük çoğunlukla kibirden daha çok yükseltir.

I love you more than him. - Seni ondan daha çok seviyorum.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

The traffic is heavy here. - Trafik burada çok yoğundur.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

Tom seemed awfully tired. - Tom çok yorgun görünüyordu.

I'm awfully sorry that I was late. - Ben geç kaldığım için çok üzgünüm.

çok
sorely
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
hell of
çok
badly

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

You must want this very badly. - Bunu çok fazla istemelisin.

(pek) çok
far
(pek) çok
plenty
-i çok özlemek
hunger for
ahlak açısından çok titiz
squeamish
birden çok
multiple

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

birden çok
poly-
birden çok
multi

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

birden çok bağlantı
(Bilgisayar) multilink
birden çok dil
(Bilgisayar) multilingual
birden çok kullanıcı
(Bilgisayar) multiple users
birden çok olan
(Ticaret) multiple
birden çok yavru doğurmak
litter
bire çok
(Bilgisayar) one to many
bolok)
copious
dahaok)
more
daha çok
superior
daha çok
any more

I don't like him any more than he likes me. - Ben onu onun beni sevdiğinden daha çok sevmiyorum.

I don't like you any more than you like me. - Seni senin beni sevdiğinden daha çok sevmiyorum.

daha çok
mainly

Experts say coffee prices are rising mainly because people are willing to pay more. - Uzmanlar, insanlar daha fazla ödemeye istekli olduğu için kahve fiyatlarının daha çok arttığını söylüyorlar.

During the presentation the speaker talked mainly about gender inequality. - Sunumda konuşmacı daha çok cinsiyet eşitsizliğinden bahsetti.

daha çok
further

His new job further separates him from his family. - Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.

Apply to the office for further details. - Daha çok bilgi için ofise başvurun.

daha çok
better

After I got married, my Japanese got better and I could understand more. - Evlendikten sonra benim Japonca daha iyi oldu ve daha çok anlayabildim.

I like vocal music better than instrumental music. - Ben vokal müziği enstrümantal müzikten daha çok severim.

daha çok
more of a

Tom is more of a singer than a guitarist. - Tom bir gitaristten daha çok birşarkıcıdır.

devasa ve çok çirkin
monstrous
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
hayat çok kısa
life is too short
kendinden çok emin
self-assertive
kendine çok güvenen
self-assertive
mümkün olduğu kadar çok
as much as possible
nazik ve çok anlayışlı
tactful
pek çok
plenty

There's plenty of stuff left. - Kalan pek çok şey var.

We consulted plenty of people. - Pek çok insana danıştık.

pek çok
a raft of
pek çok
no end
pek çok
plenty of

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

I know that plenty of guys want to go out with you. - Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.

pek çok
most

If you look from afar, most things will look nice. - Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.

If you go to that supermarket, you can buy most things you use in your daily life. - O süpermarkete giderseniz, günlük hayatta kullandığınız pek çok şeyi satın alabilirsiniz.

pek çok
greatly
pek çok
a areal quantity of
pek çok
copious
pek çok
a good number of
pek çok
enormously
pek çok
a great deal of

I have a great deal of work to do. - Yapacak pek çok işim var.

pek çok
a good deal
pek çok
countless

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

pek çok
(Konuşma Dili) a whole lot of

This doesn't make a whole lot of sense. - Bu pek çok anlam ifade etmiyor.

I have a whole lot of ideas. - Benim pek çok fikirlerim var.

pek çok
multitudinous
pek çok
too much

Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy. - Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.

pek çok
highly
pek çok
a world of
pek çok
galore
pek çok
a whole of
pek çok
a spate of
pek çok
far
pek çok
vast
pek çok
numerous
pek çok
deluge
pek çok defa
quite a bit
pek çok defa
quite a lot
pek çok işe yarayan
all-purpose
pek çok ve çeşitli
manifold
pek çok yeteneği olan
all-around
seni çok seviyorum
i love you so much
seni çok seviyorum
i love you very much
seni çok özledim
i miss you so much
seni çok özledim
i miss you very much
yeteri kadar çok
substantially
yıldızı çok olan
starry
çok
thick on the ground
çok
multi-

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

çok
most

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

çok
unduly
çok
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

It snowed a good deal last night. - Dün gece çok kar yağdı.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

çok
bounteous
çok
by far

The pain you go through because of love is by far sweeter than any other pleasure. - Aşktan dolayı katlandığın acı herhangi bir zevkten çok daha tatlıdır.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
a great many

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
exceedingly
çok
a great number of

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

You must feel horrible. - Kendini çok berbat hissediyor olmalısın.

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

çok
eminently
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

çok
teem
çok
high

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

çok
whaling
çok
extreme

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

çok
round

Their garden is full of very beautiful flowers all the year round. - Onların bahçesi tüm yıl boyunca çok güzel çiçeklerle dolu.

Mary adores her baby's cute, round face. - Mary bebeğinin sevimli, yuvarlak yüzünü çok seviyor.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

It won't be long before he returns home. - O çok geçmeden eve döner.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

çok
far

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

çok
extremely

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

çok
several

Several slight shocks followed the earthquake. - Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.

The multinational corporation lowered the price of several products. - Çok uluslu ticaret şirketleri çok sayıda ürünün fiyatını düşürdü.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

Tom has as much right to be here as Mary does. - Tom'un Mary'nin olduğu kadar çok burada olma hakkı var.

çok
per-
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

The British acted too late. - İngilizler çok geç davrandı.

It is never too late to learn. - Öğrenmek için asla çok geç değildir.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

The dinner was very good. - Akşam yemeği çok güzeldi.

This smells very, very good. - Bu çok, çok güzel kokuyor.

çok güzel
terrific
çok güzel
spiffy
çok güzel
very beautiful

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden görüldüğünde,ada çok güzeldi.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Турецкий язык - Турецкий язык

Определение çok- в Турецкий язык Турецкий язык словарь

çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
Английский Язык - Турецкий язык

Определение çok- в Английский Язык Турецкий язык словарь

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok-
Избранное