Tom'un yüzü pürüzlü, çünkü onun tıraş olmaya ihtiyacı var.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
Kaba kumaş çocuğun nazik cildini incitti.
- The rough material hurt the child's tender skin.
Chris'in kabaca davranması sıradışı idi.
- It was out of the ordinary for Chris to behave so roughly.
Tom sert oynamayı seviyor.
- Tom likes to play rough.
Bu ağacın kabuğu çok sert.
- The bark of this tree is very rough.
Fırtınalı denizlerde onu deniz tuttu.
- She become seasick in rough seas.
Fırtınadan dolayı deniz haşindi.
- The sea was rough because of the storm.
Onun nerede olduğuyla ilgili kabaca bir fikrim var.
- I have a rough idea where it is.
Tom'un sorunun nasıl çözüleceği hakkında kabaca bir fikri var.
- Tom has a rough idea about how to solve the problem.
Deniz bugün oldukça dalgalı.
- The sea is pretty rough today.
Tekne dalgalı denizde şiddetle sallandı.
- The little boat bobbed on the rough sea.
Tom iş yerinde kötü bir gün geçirdi.
- Tom had a rough day at work.
Köye giden yol çok engebeli.
- The road to the village is very rough.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Tom sıkıntılı bir gece geçirdi.
- Tom had a rough night.
Tom yontulmamış bir insan.
- Tom is a diamond in the rough.
Kabaca konuşursak, otobüste yaklaşık 30 kişi vardı.
- Roughly speaking, there were about 30 people in the bus.
Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.
- Asia is roughly four times the size of Europe.
Asya yaklaşık olarak Avrupa'nın dört katı büyüklüktedir.
- Asia is roughly four times the size of Europe.
Engebeli arazi yürüyüşçülerin ilerlemesini frenledi.
- The rough terrain checked the progress of the hikers.
Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
- Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
Zor bir gün geçirdim.
- I've had a rough day.
Tom aşağı yukarı Mary ile aynı yaşta.
- Tom is roughly the same age as Mary.
Onlar amniyotik sıvının aşağı yukarı deniz suyu ile aynı bileşime sahip olduğunu söylüyorlar.
- They say amniotic fluid has roughly the same composition as sea water.
Nesnenin yüzeyi oldukça pürüzlü.
- The surface of the object is fairly rough.
Bir kedinin dili pürüzlüdür.
- The tongue of a cat feels rough.
The roughness of the road made me wonder if my car would fall apart.
The sea was rough.
Being a teenager these days can be rough.
A rough estimate.
The rock was one of those tremendously solid brown, or rather black, rocks which emerge from the sand like something primitive. Rough with crinkled limpet shells and sparsely strewn with locks of dry seaweed, a small boy has to stretch his legs far apart, and indeed to feel rather heroic, before he gets to the top.
The gangsters roughed him up a little.
This box has been through some rough handling.