Uçak kalkış noktasındaydı.
- The plane was on the point of taking off.
O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.
- He uses a pencil with a fine point.
Dördüncü olarak, benim ilk üç noktam yoktur.
- Fourthly, my first three points do not exist.
Bu göl bu noktada en derin.
- This lake is deepest at this point.
Biz iki puanla kaybetti.
- We lost by two points.
Son olarak, on iki puan Estonya'ya!
- And finally, twelve points to Estonia!
İnsanları parmakla göstermek terbiyesizlik.
- It's bad manners to point at people.
İnsanları parmakla göstermek kabalıktır.
- It is bad manners to point at people.
Anlamsız bir yaşam, erken doğmuş bir ölümdür.
- A pointless life is a premature death.
Sanırım işim anlamsız.
- I think my job is pointless.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Başkalarını işaret etmek kabalıktır.
- It is rude to point at others.
Konuşmasının konusunu anlayamadım.
- I couldn't get the point of his speech.
Ben o konuda seninle aynı fikirde değilim.
- I differ from you on that point.
Cevap ana fikirden uzaktır.
- The answer misses the point.
Diğerlerini işaret etme.
- Don't point at others.
O, parmağıyla onu işaret etti.
- She pointed her finger at him.
O silahı bana doğrultmak istemiyorsun.
- You don't want to point that gun at me.
Onu yapmada amaç nedir?
- What's the point in doing that?
Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.
- With all due respect, I think they both had valid points.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Ben konuyu vurguladım.
- I stressed the point.
Bu hususta seninle aynı fikirde değilim.
- I don't agree with you on this point.
Ben o hususta size katılamam.
- I can't agree with you on that point.
İngilizcede, virgül yerine bir ondalık nokta kullanırız.
- In English, we use a decimal point instead of a comma.
Pusula kuzeyi gösterir.
- The compass points to the north.
Pusula kuzeyi gösterir.
- Compasses point north.
Tom arka kapıyı işaret etti.
- Tom pointed to the back door.
Tom parmaklarını şakırdattı ve kapıyı gösterdi.
- Tom snapped his fingers and pointed to the door.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Diğerlerini işaret etme.
- Don't point at others.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Yememenin yararı nedir?
- What's the point of not eating?
Bunu yapmanın ne yararı var?
- What's the point in doing this?
Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.
- The situation has come to the point where we either sink or swim.
Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
- It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Tom yere işaret etti.
- Tom pointed to the ground.
Bu son derece önemli bir konu.
- This is an extremely important point.
Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.
- Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.
Senin hatalarını belirttikleri nedeniyle düşmanlarını sev.
- Love your enemies, for they point out your mistakes.
Neden bunu yapmak zorundayım? Anlamı ne?
- Why do I have to do this? What's the point?
Hayat zalim; fakat anlamsız değil.
- Life is cruel but not pointless.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Bakış açına hepimiz ilgi duyardık.
- We'd all be interested in your point of view.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Öğretmen özellikle o noktaya vurgu yaptı.
- The teacher particularly emphasized that point.
Sana bunun yararsız olmadığını söyledim.
- I told you it wasn't pointless.
O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.
- She thinks her job is pointless.
O gerçekten mesele değil.
- That's not really the point.
Mesele hakkında tartışmanın hiçbir anlamı yok.
- There is no point arguing about the matter.
Bu konuda Tom pek de haksız sayılmaz.
- Tom has a point here.
He sat there, pointlessly tossing the ball into the air and letting it fall, over and over.
It's rude to point at other people.
UK An electric power socket.
If he asks for food, point him toward the refrigerator.
cricket A fielding position square of the wicket on the off side, between gully and cover.
Since the decision has already been made, further discussion seems pointless.
a pointless knife.
The sequel to the film was even more pointless than the original.