İstatistiklere göre uçakla gitmek, arabayla gitmekten çok daha güvenlidir.
- From a statistical point of view, a plane flight is much safer than a car trip.
O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır.
- He uses a pencil with a fine point.
Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
O öğretmenin sınavının kritik noktaları emin olarak tahmin ettin.
- You sure guessed the critical points of that teacher's exam.
Son olarak, on iki puan Estonya'ya!
- And finally, twelve points to Estonia!
Bizim takımımız beş puan ilerdedir.
- Our team is five points ahead.
İnsanları parmakla göstermek toplumsal açıdan kabul edilebilir bir şey değildir.
- It is not socially acceptable to point at people.
İnsanları parmakla göstermek kabalıktır.
- It's rude to point at people.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Başkalarını işaret etmek kabalıktır.
- It is rude to point at others.
Ben o konuda zorunlu olarak seninle aynı fikirde olamam.
- I can't necessarily agree with you on that point.
Konuşmasının konusunu anlayamadım.
- I couldn't get the point of his speech.
Cevap ana fikirden uzaktır.
- The answer misses the point.
O, oradaki kuleyi işaret etti.
- He pointed to the tower over there.
Tom bazı sorunlara işaret etti.
- Tom pointed out some problems.
O silahı bana doğrultmak istemiyorsun.
- You don't want to point that gun at me.
Onu yapmada amaç nedir?
- What's the point in doing that?
Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.
- With all due respect, I think they both had valid points.
Ben konuyu vurguladım.
- I stressed the point.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Bu hususta uzlaşmaya varmak zorunda kaldım.
- I had to compromise on this point.
Ben o hususta size katılamam.
- I can't agree with you on that point.
İngilizcede, virgül yerine bir ondalık nokta kullanırız.
- In English, we use a decimal point instead of a comma.
Pusula kuzeyi gösterir.
- Compasses point north.
Jim günde üç mil koşmaya özen gösterir.
- Jim makes a point of jogging three miles every day.
Tom arka kapıyı işaret etti.
- Tom pointed to the back door.
Tom parmaklarını şakırdattı ve kapıyı gösterdi.
- Tom snapped his fingers and pointed to the door.
Diğerlerini işaret etme.
- Don't point at others.
Başka insanların hatalarını işaret etmekte belli bir zevk var.
- There is a certain pleasure in pointing out other people's errors.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
O, işinin yararsız olduğunu düşünüyor.
- She thinks her job is pointless.
Yememenin yararı nedir?
- What's the point of not eating?
Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi.
- The situation has come to the point where we either sink or swim.
Bir avukatın zor bir durumda küçük konularda bile her taşın altına bakması ve aynı konuda sonuca ulaşmak için ısrarla belirtmesi önemlidir.
- It is important that a lawyer should leave no stone unturned even on minor points and harp on the same subject to achieve a break through in an impasse.
Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
- Tom pointed to where Mary was standing.
Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
- I assume that at some point Tom will just give up.
Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece.
- Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.
Bu son derece önemli bir konu.
- This is an extremely important point.
Burada olmamızın nedeni ne?
- What's the point of us being here?
Neden bunu yapmak zorundayım? Anlamı ne?
- Why do I have to do this? What's the point?
Hastaymış gibi yapmanın anlamı yok.
- There is no point in pretending to be sick.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Bakış açına hepimiz ilgi duyardık.
- We'd all be interested in your point of view.
Ben özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.
- I want to emphasize this point in particular.
Öğretmen özellikle o noktaya vurgu yaptı.
- The teacher particularly emphasized that point.
O gerçekten mesele değil.
- That's not really the point.
Bence asıl meseleyi gözden kaçırıyorsunuz.
- I think you're missing the point.
Bu konuda Tom pek de haksız sayılmaz.
- Tom has a point here.
It's rude to point at other people.
UK An electric power socket.
If he asks for food, point him toward the refrigerator.
cricket A fielding position square of the wicket on the off side, between gully and cover.