Tom'un kesinlikle bir emekli maaşı var.
- Tom certainly has a pension.
Emekli maaşımı kaybedebilirim.
- I could lose my pension.
Başkan emeklilikleri revize etmek için koalisyon ortaklarını ikna etmeye çalıştı.
- The Prime Minister tried to convince his coalition partners to overhaul pensions.
O, emeklilik maaşıyla yaşamak zorunda.
- She has to live on the pension.
Şirket, hayatını idame ettirmesi için, ona yetecek kadar bir emekli aylığı bağladı.
- The company gave him enough pension to live on.
O, küçük bir emekli aylığıyla yaşıyor.
- She lives on a small pension.
O dul ve emeklidir ve birçok zorluklarla karşı karşıyadır.
- She's a widow and a pensioner, and faces many hardships.
A pension had somewhat less to offer than a hotel; it was always smaller, and never elegant; it sometimes offered breakfast, and sometimes not (John Irving).
Pensioners depend on their pension to pay the bills.
... Mr. President, have you looked at your pension? Have you looked at your pension? ...
... your pension? OBAMA: You know, I ' I don't look at my ...