Actually, I'm not quite sure.
- Aslında pek emin değilim.
I'm not quite sure what to do.
- Ne yapacağımdan pek emin değilim.
Tom and Mary don't have much in common.
- Tom ve Mary'nin pek çok ortak şeyleri yoktur.
Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.
- Aramızda kalsın, Tom'un fikri bana pek cazip gelmiyor.
All right, I'm listening.
- Pekala, ben dinliyorum.
All right. I'll translate another fifteen sentences in German, and then leave.
- Pekâlâ. Diğer on beş Almanca cümleyi tercüme edip, ondan sonra ayrılacağım.
If you look from afar, most things will look nice.
- Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.
If you go to that supermarket, you can buy most things you use in your daily life.
- O süpermarkete giderseniz, günlük hayatta kullandığınız pek çok şeyi satın alabilirsiniz.
Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
- Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
This dictionary contains a lot of information.
- Bu sözlük pek çok bilgi içermektedir.
Today's Beijing has given me a very deep impression and aroused my curiosity.
- Bugünün Pekin'i bende çok derin bir etki bıraktı ve merakımı uyandırdı.
I'm not very particular about food.
- Yemek hakkında pek müşgülpesent değilim.
Tom doesn't have a whole lot of time.
- Tom'un pek çok zamanı yoktu.
Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
- Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
I'm really not much of a cook.
- Ben gerçekten pek aşçı değilim.
There is not much more to say.
- Söylenecek pek fazla şey yok.
The first time, she wasn't very firm with him.
- İlk kez, onunla pek sıkı değildi.