Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
- Thank you for helping me, pal.
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
- Tom has a pen pal in Australia.
Parayı arkadaşımla yarı yarıya paylaştım.
- I halved the money with my pal.
Onlar eski dostlar gibi birbiriyle konuşuyorlardı.
- They were talking together like old pals.
Hey, dostum, sen ne düşündüğümü düşündüğünü düşündüğümü düşünüyor musun yoksa ne düşündüğümü düşündüğünü mü düşünüyorsun? Bekle, her neyse sen kimsin?
- Hey, pal, are you thinking what I think you think I'm thinking, or are you thinking what you thought I've been thinking? Wait, who are you anyway?
Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.
- Individual freedom is the soul of democracy.
Bireysel özgürlüklere saygılı olmalıyız.
- We must respect individual liberty.
O araba satıcısı oldukça acayip bir adam.
- That car salesman was a pretty off the wall kind of guy.
Niçin adamları topluyorsunuz?
- Why were you picking up guys?
Hadi yakalayalım şu herifi.
- Come on let's catch that guy.
Şu herifi tanımıyor musun?
- Don't you recognize that guy?
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Dün yeni bir kişisel bilgisayar satın aldım.
- I bought a new personal computer yesterday.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
- True friendship is priceless.
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
- My best friend is a book.
Bir centilmen böyle bir şey yapmazdı.
- A gentleman wouldn't do such a thing.
O hiç centilmen değil.
- He is not at all a gentleman.
Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
- The prouder the individual, the harsher the punishment.
Bir bireyin hakları ve sorumlulukları vardır.
- An individual has rights and responsibilities.
O mükemmel bir beyefendi.
- He is a perfect gentleman.
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
- I met a certain gentleman at the station.
İki adam iş ortaklarıydı.
- The two men were business partners.
Bir ortaklık kurmayı kararlaştırdılar.
- They agreed to form a joint partnership.
Parti harikaydı ahbap.
- That party was great, Dude.
Biraz şarap içelim mi, ahbap?
- Are we gonna get some wine, dude?
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
- You'd better watch it, buddy.
Lütfen onu diğer çocuklara uzat.
- Please pass it to the other kids.
TV'nin çocuklar için kötü olduğunu düşünüyor musun?
- You think that TV is bad for kids?
İnsan gülebilen tek hayvandır.
- Man is the only animal that can laugh.
İnsanın iki ayağı vardır.
- The man has two feet.
Odada kaç tane erkek çocuk var?
- How many boys are there in the room?
Michael bir erkek adıdır ama Michelle bir bayan adıdır.
- Michael is a man's name but Michelle is a lady's name.
Nehirde yüzen delikanlı kimdir?
- Who is the boy swimming in the river?
Karthik bir delikanlıdır.O iyi bir delikanlıdır.
- Karthik is a boy. He is a good boy.
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
- My university friend is against terror.
Arkadaşım Korece çalışıyor.
- My friend studies Korean.
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
- The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
- There was an interesting story in the letter to the boy.
Ağacın altında bazı erkek çocukları var.
- There are some boys under the tree.
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
- Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
- How did you meet your partner?
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
- Pigeons stay with the same partner for life.
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
- Society and the individual are inseparable.
Acını hissediyorum, arkadaş.
- I feel your pain, buddy.
Arkadaşım dikkatsizce sürmez.
- Buddy doesn't drive carelessly.
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
- The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
- Dan lied to his associates.
Tom yirmi altı yaşındayken hayat arkadaşı Mary'yle tanıştı.
- Tom met his life mate, Mary, at the age of twenty six.
Tom ve ben ruh arkadaşlarıyız.
- Tom and I are soul mates.
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
- She had an individual style of speaking.
Bu çocuk küçük bir şeytan.
- That kid is a little demon.
Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
- When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
Neden kankam bir geri zekalı?
- Why is my buddy an idiot?
Sir Harold kibar bir İngiliz beyefendisi.
- Sir Harold is a fine English gentleman.
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
- Tom was every inch a gentleman.
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
- I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
Tüm yapmak istediğim siz çocuklarla takılmak.
- All I want to do is hang out with you guys.
O, güzel bir arkadaş gibi görünüyor.
- He seems to be a nice fellow.
O her zaman iş arkadaşlarından izole edilmiştir.
- He is always isolated from his fellow workers.
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
- You made a big mistake, buddy.
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
- I don't associate with people like Tom.
O, bir arkadaş değil ama bir tanıdıktır.
- He is not a friend, but an acquaintance.
O gerçekten bir arkadaş değil, sadece bir tanıdık.
- He is not really a friend, just an acquaintance.
Mektup arkadaşın olmak istiyorum.
- I would like to be your pen pal.
Alejandra İtalya'daki mektup arkadaşına yazdı.
- Alejandra wrote to her pen pal in Italy.
Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.
- Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels.
Sendika yönetimle pazarlık yaptı.
- The union bargained with the management.
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
- Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
Tom sadece bir iş ortağı.
- Tom is just a business associate.
O, benim iş ortağımdı.
- He was my business associate.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
- We tend to associate politicians with hypocrisy.
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
- The three associates will set up a new company.
Tom Mary'nin o kadar cana yakın olacağını ummuyordu.
- Tom didn't expect Mary to be so friendly.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
- My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.
- We number him among our closest friends.
Konuşacak yakın arkadaşları yok.
- He has no close friends to talk with.
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
- My mother used to read me stories when I was a young kid.
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
- Don't pick on younger kids.
Bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.
- The way to a man's heart is through his stomach.
Hiç kimse boş mideyle vatansever olamaz.
- No man can be a patriot on an empty stomach.
El ile sürebilir misin?
- Can you drive manual?
Rahip onları koca ve karı ilan etti.
- The priest pronounced them man and wife.
Onlar karı kocaymış gibi davranıyorlar.
- They pretend to be man and wife.
Hiç kimse kaç kişi öldüğünden emin değildi.
- No one is sure how many people died.
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
- I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Ben sadece Zürih'e taşındım ve birçok şeyi yapmaktan zevk alıyorum.
- I have just moved to Zurich and enjoy doing many things.
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
- I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
- Mr. Hawk is a kind gentleman.
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
- A true gentleman must not keep a lady waiting.
Donald Trump ünlü bir iş adamıdır.
- Donald Trump is a famous business person.
Tom sempatik bir adam.
- Tom is a likeable person.
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
- Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
- Sami hanged out with his fellow fire fighters.
Böyle bir adamla tartışılmayacağını bilecek kadar akıllı olmalısın.
- He ought to know better than to quarrel with such a fellow.
Fred tembel bir adam.
- Fred is a lazy fellow.
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
- You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
- He described the man as a model gentleman.
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
- The guys all made fun of him.
Toplumdaki değişiklikler kişilerden gelir.
- Changes in society come from individuals.
Bugünlerde, müşteri hizmetlerinde deneyimi olan kişiler arıyoruz.
- We are currently looking for individuals who have experience in customer service.
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
- Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
Her insan bir bireydir.
- Each human being is an individual.
O sağlam genç bir adam.
- He is a robust young man.
Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
- The old man was hard of hearing.
O, kolay pes eden bir tip değildir.
- He is not the sort of guy who gives in easily.
Ben o tip adam değilim.
- I'm not that type of guy.
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
- We tend to associate politicians with hypocrisy.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
- When we say liberty, we associate it with Lincoln.
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
O Bill ile işbirliği yapmak istemiyor.
- She doesn't like to associate with Bill.
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
- Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
John plans to pal around with Joe today.
See.
He looked like an innocent child, smiling, wide-eyed, his cheeks plump and rosy, defying the object of his insults to take offence. For they were insults, Guy was in no doubt about that. Leonora's brother was implying that his name was far too upper-class for its possessor.
An associate member of the club.
She associates with her coworkers on weekends.
An associate editor.
Don't boy me!.
I like the boy.''.
Dost thou call me fool, boy?.
Here, boys, heel; yes, Bobby, show the puppies how, good boy!.
Steve is a boy of 16.
That's my boy.
When the 'dipenda' (independence movement) in Belgian Congo turned violent, the white colonisators' often materially privileged black domestic boys were mistrusted and often abused as collaborators.
Boy, I wish I could go to Canada!.
Me and my boy grew up together in Southside.
Hey, buddy, I think you dropped this.
They have been buddies since they were in school.
drinking buddies.
Dude don't know what's good for him.
I’m not a friend of cheap wine.
You’d better watch it, friend.
To make a function be a friend to a class, the reserved word friend precedes the function prototype.
One of the most used features of MySpace is the practice that is nicknamed friending. If you friend someone, then that person is added to your MySpace friends list, and you are added to their friends list.
Lo sluggish Knight the victors happie pray: / So fortune friends the bold .
Latrobe had extensive dealings with Jefferson, the most prominent gentleman-architect in the United States.
I wonder what those guys are doing with that cat?.
The dog's left foreleg was broken, poor little guy.
This guy, here, controls the current, and this guy, here, measures the voltage.
Terry Kilmartin , applauded for every ‘um’ and ‘ah’, knew that he was being guyed and had the charm to make it funny.
Jane considers that guy to be very good looking.
As we can't print them all together, the individual pages will have to be printed one by one.
individual personal pension; individual cream cakes.
Tom measured the length of the board.
- Tom panonun boyunu ölçtü.
His horse won by three lengths.
- Onun atı üç boy farkla kazandı.
Who will ultimately decide?
- Eninde sonunda kim karar verecek?
The argument is rigorous and coherent but ultimately unconvincing.
- Bu tartışma titiz ve tutarlı ama sonuçta inandırıcı.
His motorcycle is the latest model.
- Onun motosikleti en son model.
Kelly's latest book appeared last week.
- Kelly'nin son kitabı geçen hafta çıktı.
Lastly, she went to America.
- Son olarak o Amerika'ya gitti.
Date of last revision of this page: 2010-11-03
- Bu sayfanın son güncellenme tarihi: 2010.11.03
Tom and Mary are about the same height.
- Tom ve Mary yaklaşık aynı boydalar.
Tom and Jim are the same height.
- Tom ve Jim aynı boydalar.
The lioness finally gave chase to the gazelle.
- Dişi aslan sonunda ceylanı kovaladı.
Because of hunger and fatigue, the dog finally died.
- Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.
Members of the tribe settled down along the river.
- Kabile üyeleri nehir boyunca yerleşti.
Members of that tribe settled along the river.
- O kabilenin üyeleri nehir boyunca yerleşti.
It was clear to everyone that the vote would be close.
- Seçim sonucunun yakın olacağı herkes tarafından biliniyordu.
The store is closed until further notice.
- Bir sonraki duyuruya kadar mağaza kapalı.
It's difficult to visualize four dimensions.
- Dört boyutluları hayal etmek zordur.
Tom comes from another dimension.
- Tom başka bir boyuttandır.
Layla's letters revealed the extent of her racism.
- Leyla'nın mektupları onun ırkçılığının boyutlarını ortaya çıkardı.
It is important to recognize the extent of one's ignorance.
- Birinin cehaletinin boyutunu bilmek önemlidir.
Tom was small in stature.
- Tom boy olarak küçüktü.
I am not a dwarf. I am of short stature.
- Ben cüce değilim. Kısa boyluyum.
I have a full-length mirror in my bedroom.
- Yatak odamda bir boy aynası var.
Tom stood in front of a full-length mirror, looking at himself.
- Tom kendisine bakarak bir boy aynasının önünde durdu.
My dog is almost half the size of yours.
- Benim köpeğim neredeyse boyunuzun yarısı kadar.
A person's heart is approximately the same size as their fist.
- Bir insanın kalbi, yaklaşık olarak yumruğuyla aynı boyuttadır.
Tom figured it would take him a full day to finish painting the garage.
- Tom garajı boyamayı bitirmenin onun bir gününü alacağını düşündü.
I wish I could figure out how to get my car painted without paying a lot of money.
- Keşke çok para ödemeden arabamı nasıl boyatacağımı bulabilsem.
I came to the conclusion that I had been deceived.
- Ben aldatılmış olduğum sonucuna vardım.
Only after a long dispute did they come to a conclusion.
- Ancak uzun bir tartışmadan sonra bir sonuca vardılar.
I bet my bottom dollar he is innocent.
- Onun masum olduğuna son dolarıma bahse girerim.
If your baby is prone to rashes, you may want to apply diaper cream, powder, or petroleum jelly after cleaning your baby's bottom.
- Bebeğiniz pişiklere eğilimli ise, bebeğinizin altını temizledikten sonra bebek bezi kremi, toz veya vazelin uygulamak isteyebilirsiniz.
A few minutes after he finished his work, he went to bed.
- İşini bitirdikten birkaç dakika sonra, o yatmaya gitti.
I will study abroad when I have finished school.
- Okulu bitirdikten sonra yurtdışında eğitim yapacağım.
You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death.
- Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.
He was the only recourse for his family after his father's death.
- O, babasının ölümünden sonra ailesi için baş vurulacak tek kişiydi.
The first minutes after a heart attack are crucial.
- Bir kalp krizinden sonra ilk dakikalar çok önemlidir.
Love is above money. The latter can't give as much happiness as the former.
- Sevgi paranın üstündedir. Sonraki önceki kadar çok mutluluk veremez.
Fish and meat are both nourishing, but the latter is more expensive than the former.
- Hem balık hem de et besleyici fakat sonraki öncekinden daha pahalı.
Fadil's devastating fate finally came to light.
- Fadıl'ın yıkıcı kaderi sonunda gün ışığına çıktı.
In the end the two families accepted their fate.
- Sonunda iki aile kaderini kabul etti.
The room looks different after I've changed the curtains.
- Perdeleri değiştirmemden sonra oda farklı görünüyor.